30 Mart 2010 Salı

DuyMadıK DeMe!!!


Duyan duymayan, bilen bilmeyen kalmasın...

Gittim, onardım kendimi, geri döndüm...

Daha umutlu, daha rengarenk ve tam hayal ettiğim gibi...

Böyle olacağını söylemişti içimde birileri, "gidersen, hallolur herşey" demişti yüreğim....

Elindekilerin değerini dışına çıkmadan anlayamıyormuşsun gerçekten, farkına varman için uzaklaşman gerekiyormuş. Belki daha kötülerini görmen için, belki daha iyisi asla olmadığı için, belki de sadece gözlerini kapayıp en iyisini hayallenmek için biraz gitmek gerekiyormuş işte!


Büyükada' nın en ortalık yerinde, küçücük bir otelde (TIK) ,fayton seslerinde 2gece soluklanma fırsatı verdi bana sığındığım çaresizliğim... "Bana güç ver" dediğim saniye elimden tuttu Yaradan...
(Not: Büyükada macerasını fotolu, ayrıntılı daha sonra yazacağım)* :))

Sırt çantası ağırlığında gittiğim küçücük yolculuğumdan, kuş hafifliğinde dönme şansı yakaldım...

Aşkımı, Ballımı, annemi, arkadaşlarımı ve işimi düşünme fırsatı buldukça, çiçeklendi ağaçlarım. Yanlışlarımı düşündükçe, doğrularımın yakasına yapıştım. Kızarmış ekmek üzerine sürdüm saçma sapanlıklarımı, kahvemle birlikte içtim hüzünlerimi...

Ve döndüm işte...

En sevdiğin gibi...

Dallı, çiçekli...

Taze çimenli...

Bol güneşli geri döndüm...


Gülümseyerek :)

hayata, sana...

sevgiyle.................


26 Mart 2010 Cuma

"UMUT" yeşersin için....


Gitmek!


Öylece çekip gitmek yani, yanına hiçbir şey almadan, bütün sevdiklerini ardında bırakarak, en eskilerinle bilmediğin bir yolculuğa çıkmayı göze alıvermek... İçinde sıkıştırdığın havayı bir nefeste daha önce hiç görmediğin bir yere salıvermek...


Bir kere düştüyse içine gitme ateşi ve bir daha asla göze alamayacağın bir zamanda çöreklendiyse yüreğinin esirgediğin köşesine; tamamdır! Bir daha dönmemecesine gitmemek için, kısa süreli bir yolculuk her zaman kurtarır seni...

Yolculuk başlı başına bir özgürlüktür... İnsana umut ettirir, gülümsetir, hayali bile iyi gelir. Çünkü değişiklik içindeki renklere yenisini katar, hayatındaki kırmızılar yeniler kendini, maviler morlarla harmanlanır. Siyahlar aralanır, buyur eder turuncuları; griler sarılarla evcilik oynar, kahverengiler en güzel pembelere sek sek öğretir.

Değişiklik, içinde unuttuğun o taze çimen kokusunu hissettirir.


"Hergün dünün aynısı" demek ağır gelir, farkında insanlara. Aslında aynılıktan değil eskimekten korkarsın. Kendine bile anlatamazsın. Seni anladığını söyleyen birkaç iyi dostuna bile cümle kurmaktan üşenik, yalnızlığının elinden tutarsın. Uzaklara biraz yakın, yakınlardan kaçarak koşmak istersin.

Bir sırt çantası ağırlığı kadardır, gitmek duygusu. İçine diş fırçanı, birkaç fotoğrafı ve kitabını sığdırabildiğin.. Gerisi teferruattır...


Diş fırçam, bakmaya doyamadığım birkaç eski fotoğraf ve en kalın kitabım yanımda bugün.

Bugün bir sırt çantası ağırlığında geçecek zaman...

Yarın sıkıştırdığım nefesi başka bir mekana fırlatma duygusuyla akşam üstünün en güzel zamanında bir yolculuğa çıkacağım...

Renklerimi birbirine karıştırıp, içimdeki unuttuğum o taze çimen kokusuyla geri geleceğim.

Herşey güzel olsun için, UmUt yeşersin için.... bugün çıkıp gideceğim...

Dallarına kuşlar konmuş ağaçlarımın altında uyuya kalmak için..

Senin için...

Benim için...

Yeniden umut etmek için...

19 Mart 2010 Cuma

GELENEKSEL RÜZGAR ŞENLİKLERİ II. (fotolar)

Yazısını dün yazmıştım ama fotoları yetiştirememiştim... Sen artık bir zahmet önce alttaki yazıyı okur, sonra da fotoğraflara bakarsın :)
Fotoğraflara yorum yazmadım, zaten hepsi kendini anlatıyor....







































18 Mart 2010 Perşembe

O GÜN..... ve SEN...

O gün bugün işte...
hayatımın en boşluk yerinde, daha ismini bile koymaya bile zorlandığım iç yalnızlığıma tutunup da, leyleklerin ağzından kucağıma düşmüştün...
Hava yağmurluydu ve hiç beklenmedik bir zamandı, hatırlıyorum. Seni getirecek leyleklerin ziyaretine neredeyse bir ay vardı ve sen şuanda da barındırdığın sezgilerinle erken (!) olmasına rağmen ihtiyaç duyduğum en doğru zamanda çıkagelmiştin.
Sen geldiğinde yağmur coşmuştu... Yağmuru seven yüreğime bir de güzelliğin eklenmişti bütün heybetiyle...
Bir daha uyanmamak pahasına bile olsa sana uyanmaya kapattığım gözlerimi açarken ismini sayıklamıştım. Etrafımdakilerin seni ne kadar beklediği, ne kadar merak ettiği ve hatta deli pervane koştuğu umurumda bile olmadan haykırıyordum ismini. Çünkü en çok bendim seni bekleyen, en çok bendim seni merak eden ve en çok....... EN ÇOK ben senin uğruna deli pervane...
Kucağıma aldığımda nefesimi tuttuğum, dünyanın en anlaşılmaz mucizesinin elinden tuttum sıkıca. Hiç acımıyordu canım, oysa kesilip biçilmiş bir insana itibar ediyorlardı çevremdekiler. Hala acımıyor canım... Hiç acımadı ki...
Sen beni hiç acıtmadın ki...
Acıyan yanlarıma merhem sürmek için kullandın o küçücük, birsüre çubuktan olduğunu düşündüğüm parmaklarını. Ağlayan yerlerimi dindirmek için açtın o ilk andan itibaren anlamlı bakan, kocaman en kahverengilerini.
O kadar benim olmayacak kadar güzeldin ki ve hayat o kadar sen gibi harikasını vermemişti ki, doktora "giderken benimle eve gelecek değil mi?" diye sormak zorunda hissetmiştim kendimi.
Çok gülmüştü insanlar...
Bilememişlerdi tedirginliğimi... artık sensiz olamayacak yüreğimi...
Ben o gün bugündür hala kendi kendime sessizce soruyorum oğlum,
"hep benimle kalacak değil mi? hiç ayrılmayız değil mi?"
O kadar çok seviyorum ki seni... bunu anlaman için ne kadar zaman geçmeli ve sana nasıl söylemeli?

İyi ki geldin....
2008'in 18 Mart sabahı, saat 09.05'i gösterirken durmuştu zaman... Saatler kendini sana teslim edeli bir hayli zaman oldu içimde.
Artık dün sen, bugün sen, yarın sen...
İlle de sen yavrum, İLLE de sen...

Mutluluk hep seninle olsun, doğum günün kutlu olsun...
Varlığın için Teşekkür ederim....


17 Mart 2010 Çarşamba

1 Gün KALA...

Saatimi BALLIM'a ayarladım bugün...
Geçen her saniyeyle, hayata geliş nedenimi sorgulatan bu müthiş gücü daha da çok hissediyorum damarlarımda...
Daha önce de söylemiştim; hatırla...
Bazı şeyleri çok fazla beceremeyen insanlardanım ben, ama çok fazla dillendiremeyen insanlardan. Çocukluğumdan beri çok iyi bir dost olma/bulma peşindeyim desem yalan söylememiş olurum sana. Aramaktan mıdır, yoksa kaybetmemek için çok fazla hata yapmaktan mıdır bilinmez, mütemadiyen bir sessizlik içinde buldum kendimi. Tam bir yalnızlık olmasa bile adı yalnızlık işte bu meretin!!! Hani şu her aradığında yanında olan/olduran, merak ettiğin ya da seni merak eden, küçük sürprizler yapan/ yaptıran, seninle ağlayan, hiç konuşmadan dinleyen/ dinleten cinsten hayallerin peşinde koşturup durdum büyüdükçe...
Olmadı... Olamadı neden bilmem... Çok sevdim dostlarımı, onlar da beni (!) ama olmadı işte...

Seninle oldu, güzel oğlum..
Doydum bütün duygulara sayende... Tıka basa doldurdun içimi, yüreğimi...
Kardeş oldun, evlat oldun, arkadaş oldun DOST oldun özlediğim....
Şimdi sana kurdum bütün alarmları...
Yarın sabah 09.05' te kapatacağım gözlerimi, yine sana uyanmak için... Ne güzel bir saatte doğmuştun, ah... Ne güzel doğmuştun...
İyi ki doğmuştun...
İyi ki DOSTUM olmuştun...
Sağolasın yavrum...



16 Mart 2010 Salı

ARA BİTTİ....


Ne kadar da uzun zaman olmuş içimi erteleyeli, bişeyler yazmak için çaba sarf etmeyeli...!
Bakıyorum da en son hadi silkelenin demişim ama ben de havalar hala parçalı bulutlu (neden diye sorma!)
Haftasonu hiçbirşey yemeyen ve bütün bir haftasonu ciğerimi pişiren BaLLIM'ı mı anlatayım ilk önce? haftanın ilk günü nezleden kafamı kaldıramayışımı mı?
farkındaysan diğerlerinden bahsetmiyorum bile...
Bir çorap söküğüdür gidiyor...
Mutluluk mutluluğu, mutsuzluğu getirir derler.. Doğru mu?
O zaman Mutluluk için tam gaz....
-----(---->@
18 Mart geliyor...
Yavrum, BaLLım, biricik meleğim... 2 Yaşına giriyor...
İnanamıyorum bir türlü... Daha dün doğurmadım mı ben onu? daha dün emzirmedim mi yara olmuş memelerimle...
Ne zaman geçti yaralarım?
Ne zaman büyüdü bu çocuk?
Ne zaman dillendi bu kadar?
ve zaman neden hiç mola vermeden, geçip gidiyor?

anlatacak çok şeyim var? soracak çok fazla sorum....!
sesimi duyan var mı.............?





4 Mart 2010 Perşembe

Tam Zamanı.....


Yemek de boş içmek de,

Hatta yeri gelmeden sevişmek de.

Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,

Tam zamanında söylemelisin sevdiğini

Gözlerinin içine baka baka.

Bisikletinin gidonunu

Tam zamanında çevirmelisin

Düşmemek için.

Tam zamanında frene basmalı,

Tam zamanında yola koyulmalısın.

Tam zamanında okşamalısın başını

O üzüm gözlü çocuğun

Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,

Tam ağlamak üzereyken.

Tam zamanında koymalısın elini omzuna

En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.

Tam zamanında tutmalısın düşerken

Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.

Tam zamanında acımalı yüreğin

Afyon'da Hasan Ağabey' in evi yıkılınca başına

Evsiz kalınca çoluk çocuk

Ki uzatasın elini bir parça.

Tam zamanında açmalısın kapını

Hayatına girmek isteyenlere.

Tam zamanında çıkarmalısın

Sevginden şımarmaya başlayanları.

Tam zamanında affetmelisin kardeşini

Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını

Seni gecenin üçünde arayıp da

Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.

Tam zamanında öğretmelisin oğluna

Gerekiyorsa yumruk atmayı

Tam burnunun üstüne

Tiksinmeden pisliğinden,

Yukarı mahallenin sümüklü bebesi

Misketlerini zorla almaya çalışırsa.

Tam zamanında bağırmalısın

Acıyınca bir yerin.

Tam zamanında gülmelisin

Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.

Tam zamanında yatmalısın

Yola çıkacaksan ertesi gün

Ve arabayı kullanan sensen

Sana emanetse çoluk çocuk

Ve kendin.

Tam zamanında bırakmalısın içmeyi

Son kadeh bozacaksa seni

Ve üzeceksen birilerini

Ertesi gün hatırlamayacaksan.

Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.

Tam zamanında konuşmalı

Tam zamanında şarkı söylemeli

Tam zamanında susmalısın.

Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa

Annenin babanın evini,

Tam zamanında başka bir şehre gidip

Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.

Tam zamanında dönmelisin memleketine.

Tam zamanında için titremeli,

Tam zamanında aşık olmalı

Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.

Tam zamanında toplamalısın oltanı

Belki de seni şampiyon yapacak

En büyük balığı kaçırmadan.

Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli

Tam zamanında ölmelisin

Iskalamak istemiyorsan hayatı.

Haydi şimdi kalk bakalım

Silkin şöyle bir

At üzerinden hayatın yorgunluğunu,

Vakit zannettiğinden daha az

Haydi kalk bakalım,

Şimdi YAŞAMAK ZAMANI.....


Can YÜCEL




2 Mart 2010 Salı

Her YaĞmur Damlasında......




Yine yağmur yağıyor...
Nasıl da severim halbuki, ıslak çimen kokusu sohbetlerini. Nasıl severim öyle zamanlarda kendimden geçmelerimi, geçmiş hayallenmelerimi. Mutlaka cama yaslanıp şarkı söylemelerimi...
Ne zaman oldu bütün bunlar? ne zaman ürküttü beni bu yağmurun sesi aslında biliyorum ben...
Hem yağmuru sevmek, hem de ölesiye ürkmek arsında sallanan bir saat sarkacı gibi gidip geliyorum şu anda.
Gökyüzünde bir yerlerde olduğunu umut ettiğim, en sevdiğim...
sinirlendin mi yoksa birşeylere?
Neden bağrıyor bu kara bulutlar üstüme üstüme?
ne zaman bitecek bu şimşeklerin acı çığlığı? dehşet yangınları...

biliyorum...

Aldıkları gibi geri verdiklerinde birgün...!
O aynı ağacın altında...
Hala umutla beklediğim, en sevdiğim adam....
bulutlar, yağmur ve ben....
en sevdiğim o evcilik oyununu oynarken bir gün, yağmur kokulu sohbetlere konu olacak günler hayalindeyken...
o ağlayan yüzünü güldürecek küçük kızının... Biliyorum ben...!






LinkWithin

Related Posts with Thumbnails