20 Ekim 2011 Perşembe

Erkek anaları...


"Ana" olmak kolay, yeter ki aklına koymaya gör!

analığa hazır mısın? donanımlı mısın? özgüvenin tam mı? düşünürsen yandın...

Çünkü bu soruların da, korkuların da sınırı yok. Çocuğunu (kız olsun, erkek olsun) kucağına alır almaz başlayan ve asla durdurulamayan iç titremesi...


neden ağlıyor? karnı mı acıktı? bir yeri mi ağrıyor? neden uyumuyor? ateşi mi var?....


her dakika soru işareti, her dakika tedirginlik.
Uyumadı, uyumazsın; ağladı, üzülürsün; hasta olur, nefesin kesilir; düşer, için sızlar. Plan program yapamazsın asla, bütün işin gücün annelik çünkü bundan böyle. Ha, bir de çalışıyorsan falan geçmiş olsun. Artık insanlıktan çıkarsın.

Bütün hayaller onun üzerine; kazanılan paralar, kenara atılan zulalar, herşeyin en iyisi, en yenisi... Benim olmadı, onun olsun telaşları.
Bütün bunlar bir gülücüğün peşinde koşan anaların/babaların yaşam felsefesi haline geliyor zamanla.

Senden olan bir canı, kendi canını da katarak yaşamak mücadelesi...


2 kere düşünmek, 2 kere üzülmek, 2 kere telaş, 100 kere sabır...

Daha sayamadığım dünya kadar cefa ile büyütülmüş çocuklarız her birimiz. Çocuklarımızı da öğrendiğimiz bu özveriyle büyütüyoruz, iyi (!) yetiştirmeye çabalıyoruz.

Günün birinde iyi bir öğrenci olsun, iyi bir evlat olsun, iyi bir sevgili, işinde iyi bir personel, iyi bir asker (!) olsun diye... Herşey "iyilik" üzerine...

Güya!!!!



Gün geliyor, çocuklar şiddet öğreniyor senden habersiz. Can yakmayı, üzmeyi, silah kullanmayı, can almayı öğreniyorlar. Halbu ki ne için uğraşmıştın onu büyütürken...

Gün geliyor, birbirini vuruyor evlatlar; kıyamadıkları anaları ağlatmayı öğreniyorlar bir yerlerden.
Çekinmeden, düşünmeden, üzülmeden kıyılan canlar...

Ağlayan analar/babalar, solan hayatlar...


Yaşanamadan bitiyor anaların yavrucukları için kurduğu hayaller...
Giden gidiyor, kalanlar zor nefes alıyor...

Yaşam utanmadan devam ediyor!


Erkek anaları bir başka yaşıyor hayatı bizim memlekette.
Yüreği tetikte, tedirgin, korkak, panikatak...
Susarak, ağlayarak, inanarak ama hep korkarak!


Şimdi bir erkek anası olarak, korkma desem, öpeyim de geçsin desem, sarılsam, ağlasam, sussam, geçer mi?

Geçmiyor değil mi?




18 Ekim 2011 Salı

Matah Gibi...


Önce metin yazarlığı, sonra editörlük, tonla yazı, redakteler... vs derken, neden yazamadığımı, kendime ait yazlılar yazarken neden bu kadar zorlandığımı yavaş yavaş anlamaya başladım. Ben alışmışım çünkü başkası adına cümleler kurmaya, başkasının cümlelerini şekillendirmeye, redakte etmeye; kendime ait cümle kurma özgürlüğüm olmayacak gibi hissediyormuşum meğer. Yani hissettiğimi yazarsam, Allah muhafaza kendimle ilgili bir laf edersem bu dünyanın en geri dönülmez yanlışı olacak sanıyormuşum da ondan!
Yahu, salsana kendini doyasıya...
burası senin mekanın,senin evin değil mi?
insan kendi evinde misafir gibi gezinir mi?
istersen düşük cümle kur, istersen imla yanlışı yap.. sadece sen sorumlusun...

istersen kız, bağır, çağır,
istersen şiir yaz... burası senin duygu balonun!
ne kastın kendini bu kadar?
matah gibi!!!

Şimdi,
bu kızgınlıkla (hem kendime, hem başkalarına) diyorum ki;
gölgelerin gücü adınaaaaa
GÜÇ bende artık!!!!!!





10 Ekim 2011 Pazartesi

OKul Paradoksu...








Sabah saat:07.30


Yer: Araba


Durum: asayiş berkemal okula/işe doğru yol alıyoruz...







- annecim, ben okula gitmek istemiyorum


- bu konuyu konuştuk tatlım; sen okula gitmelisin ben de işe gitmeliyim


- beni sevmiyo musun?


- tabii ki seviyorum, bununla ilgisi yok, okul bitince yeniden birlikte olacağız


- o zaman beni de işine götür ya da birlikte evde kalalım


- tatlım evde kimse yok, kendi başına kalamazsın ki; hem bak okul çok eğlenceli ve Yağmur öğretmenin seni bekliyor


- okulu sevmiyorum, arkadaşlarımı sevmiyorum, onları çöpe atalım


- ama orası çok eğlenceli ve bir sürü faaliyet yapacaksınız bugün, faaliyetlerini panoya asacağız birlikte, lütfen huysuzluk etme






...MOLA... YARIM KAHVALTI (5-6 çubuk kraker- meyve suyu)






Yer: okul bahçesi


Durum: içler acısı (ağlamak, tepinmek, böğürmek, annenin bacaklarına kapanmak, yalvarmak)


Annenin durumu: perperişan






- annneeeeeeeğğğğ, nolur evimize gidelim, noğğğğğlur annecim beni okula sokma


- hayatım bak etrafımızda hiç ağlayan bir çocuk var mı? sakin ol, konuşalım lütfen


- hağğğğyırrrrr, konuşamaaaaağm. gideliğğğğm


- annecim lütfen, bak çok üzülüyorum, ağlama konuşalım







Yer: sınıf


Durum: yerle yeksan (böğürmeye devam)


Annenin Durumu: ağlamaklı, sinirli, üzgün, tedirgin (işe çok geç kaldı)




- sakın gitmeğğğğ annecim, seni çok seviyorum, sakın beni bırakmaaaaağğğğ


- ama hayatım burada kalamam, diğer arkadaşların ve öğretmenin çok rahatsız oluyor, sakinleşir misin artık lütfen, bak çok üzülüyorum...!


- o zaman beni sustur annecim, evimize götür beni ve sustur !!!




dakikalar, saatler sonra....




Yer: sınıf


Durum: Ballının fendi, herkesi yendi...


Annenin durumu: şişmiş gözler, ısırılmış dudaklar, üzüntü, tedirginlik




SONUÇ: okul serüveni canımızı çok sıkacak....




NOT: anneye şans ve sabır dileyin, pozi,tif enerjinizi Ballıya gönderin....






Sevgiyle...

7 Ekim 2011 Cuma

Musmutlu bir gün....

Ey güzel gün...!
ne zamandır yoruyorsun beni,
ne zamandır havandan geçilmiyor ve laf ettirmiyorsun kendine!
ve farkında mısın bilmem, ne zamandır yazamama bile fısat vermedin...
Şükür kavuşturana..
İsteyince oluyor demek ki, çok da zor değilmiş mutlu etmek! (Maşallah sana)

kolay şikayet ediyoruz da her birimiz, kolay takdir edemiyoruz maalesef.
Ben şimdi bana yaşattıkların için teşekkür etmek istedim sadece güzel gün :)

hep böyle geçsen, hep böyle mutluluk versen, ne kaybedersin?

Oğlum okullu, ben mutlu, sevgilim iyi, ailem sağlam, evim temiz, işlerim yolunda....!
hep kara kara yazılar yazılmayacak ya koskoca bloğa :)))

al sana musmutlu bir bed@rdem...
ben mutlu,
sen mutlu,
herkes mutlu,
yaşam umut dolu geçsin...

güzel haftasonları

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails