30 Eylül 2009 Çarşamba

Hayal MeyaL Eskişehir!

Bu haftasonu Eskişehirdeydim;
akraba düğünü sayesinde haftasonum yorgun bir şölen havasında geçti... Tabi gitmeden önce bir posta can çekişti kadın oğlunu bırakıp giderken :(
Cuma gecesi bindik otobüse uzun aralardan sonra, tıkış tıkış koltuklar arasına sıkıştırılmış bir kaç saat uykunun ardında indik büyülü şehre... Büyülü dediğimde abartmış olabileceğimi düşünen varsa yarın hemen bir bilet alıp yerinde incelesin :)
Aman Alllaaaahımmmm...
Bu kadar mı güzel olur bir kent?
Şeytan dedi ki, al bir çiçek dayan Büyükerşen'in kapısına, yalvar yakar gir kadrosunun bir köşesine, hiç uğraşma buralarda :)
ya kardeşim sen nasıl düşündün de o kadar güzelliği iç içe soktun?
Hadi sen düşündün diyelim, diğerlerinin aklı nerde o zaman?
Şunlara güzel bir ders versene vatandaş.....
Of of of, o ne parklardı öyle... O ne temizlik, o ne güzel heykeller...
Bir de üstüne canımın ta içi ELİF'im ve RÜYA kurabiyemle buluşuverince işin rengi bin kat arttı.
Yalan söyleyemem BadeM'imi çok özledim ama biraz daha kalmayı çok ama çok isterdim. Haftasonu çocuk yıpranmasın diye götürmediğim Eskişehir yolculuğumun aslında tam da oğluma göre olduğu gerçeğini sonradan farkettim maalesef.
Canım arkadaşım, ne güzel oldu görüşmek, gülüşmek, dertleşmek.. Annelik de ne kadar yakışmış, tam bir ANA olmuş. RÜYA desen bir içim su, kartpostal gibi :) Maşallah... Bademim yokken onunla hasret giderdim, bana alıştı, gülümsedi bol bol, çok mutlu etti.
Herşey için çok teşekkürler ELİFçim, yine geleceğiz, bekle bizi :))


Gerçi hava hayli soğuk, Rüzgarlıydı :)) (yani oğluşum hep yanımdaydı, esti yüzüme yüzüme)
oralarda olmasını ve yemyeşilin dibine vurmasını o kadar çok isterdim ki :/
kesinlikle baharda bir yolculuk daha yapılacak ve Badem itinayla bu yolculuk için hazırlanacak,
çaresi yok!
Tadı damağımda kaldı vallahi...
Düğün de bir o kadar kalabalık ve eğlenceliydi :)
Canım Nigarcım ve Serdarcım ömür boyu mutluluklar diliyorum...


24 Eylül 2009 Perşembe

BuZ gibi..


UFUK ÇİZGİSİ
sessiz sedasız terketmiş bizleri...
Oturduğu koltuk boş kalmış, yazıları sahipsiz...
Giderken haber bile verecek zaman bulamamış anlaşılan, yoksa bu kadar seveni olduğunu duyunca ne kadar üzüleceğini hesaba katmaz mıydı?
Tanımıyorum, yüzünü bile görmedim! Önemli mi? Tanımadığımız bir sürü insanla aynı hikayeleri paylaşmıyor muyuz? Tanıdık cümleler seçip aralarından, yaraları kabuk tutana kadar merhem olmuyor muyuz bilinmez insanların? Neden buradayız ki zaten?
İki dost sohbetine kebapçı kedisi gibi bakmamak, önemsendiğini fark ederek rengarenk insanların hayatlarını sobelemek değil mi oluş nedenimiz?
Anlatıp anlatıp rahatlamaya, geride bir iz bırakmaya, kurduğumuz cümlelerin altında önemsenmiş yorumlar okumaya gelmedik mi buraya?
Önemi var mı tanışıklığın, illa yüz yüze dert yanmanın?
Evet, yüzünü bile görmediğim bir adamın arkasından el sallıyorum bugün... NUR içinde uyusun, yakınlarına Allah yardımcı olsun...
Hepimizin başı sağolsun!!!



18 Eylül 2009 Cuma

HayaT baYram OLsa :)


Bugün canım oğlumun (BaDemimin) yanına Kırklareline gidiyoruz eşimle :))
2-3 gündür onu görememnin verdiği heyecan bayramla birleşince çok tuhaf bir his uyandırdı bende. Hani hatırlarsınız eski bayramlarda, birkaç gün öncesi yaşanacak neşeli kalabalığın telaşına kaptırırsınız kendinizi :) hani içiniz umutla ve sevinçle dolar, uzun zamandır görmediğiniz sevdiklerinizle vakit geçireceğinizi düşündüğünüzde pır pır olur ya kalbiniz, o işte!
Anneannem yaşayan tek büyüğümüz olduğu için her bayram köye koşar bütün akrabalar. Hem güzel köyümde sıcacık samimi bayramlar kutlanır, hem de kalabalık sofralarda tadına doyulmaz yemekler yenir. Ben çocuktum ve içimde harika bir his uyandırır her bayram. Şimdi oğlum da aynı şeyi hissetsin, hissetsin de bayramları sevsin diye önceden gönderdim onu köye. Günlerdir çimenler üzerinde yuvarlanmanın tadını çıkarıyor, organik sebzeler yiyor, köylü kadınların kucağında gerçek sıcaklığı hissediyor, Trakya şivesi öğreniyor köylü ağızlardan :))
Şimdi düşünüyorum da, çoktan demode oldu akraba ziyaretleri, köy seyahatleri... Herkes tatil buldu mu doooğru güneye atıyor kendini, 5 yıldızlı otellerde "herşey dahil" günler geçiriliyor. Animatörlerle dans edilip, lobide mesafeli sohbetlerle sosyalleşiliyor...
Yok canım, yooook.. Bana göre değil...
Kuzu kuzu giderim köyüme, kaynaşırım insanlarıma.. Bir sofra kurarım bahçemize en kuş sütlüsünden. Toplarım bütün sevdiklerimi etrafına, anneannemin sıcak kucağında sevgiyi koklarım doyasıya...
Bayramı "adam" gibi yaşarım :))
Gelir gelmez yazarım hepinize uzun uzun...
13 de biniyoruz otobüse... Sevince, huzura, mutluluğa yol alıyoruz.. Bayrama gidiyoruz...
Hepinize şimdiden İYİ BAYRAMLAR, tatlı sohbetler, huzurlu günler diliyorum....
Çok sevgilerimleeeee....


16 Eylül 2009 Çarşamba

Geri GELDİM


İşte geldim, burdayım.....
Güzel dişimi oydurup, içine de bade koydurup geldim :)))
Tam tamına 6 gündür ayrı kalmışım bloğumdan, sizlerden :/ yazmayı özlemişim... Bloğumda notlar bulmayı özlemişim, yorumlara gülümsemeyi....
Gülümsemek dedim de, bildiğiniz gülebiliyorum artık ağız dolusu.. Hem de gayet ağrısız :) Haftasonu Bademimle olmama rağmen yaşadığım sıkıntıdan sonra, şimdi kuş gibi hafiflediğimi söyleyebilirim. Meğer ne kadar önemliymiş ağrısızken vücudumuzun kıymetini bilmek! Bir daha kolay kolay dişçiden korkup, dişlerimi ihmal edeceğimi sanmıyorum. Bedelini çok (ama çok) ağır ödedim(k).
Bayrama çok az kaldı ve ben daha izin kullanamadım :/ şaşırdınız tabi.... Kış geldi neredeyse, bu saatten sonra izin kullansam da nereye gidebilirim bilemiyorum. Sadece eşim ve çocuğumla 4-5 gün vakit geçirmek, başka birşey düşünmeden yalnız onlarla vakit geçirmek istiyorum..
Not: bu konudaki önerileriniz ciddiyetle dikkate alınacaktır ;)
hepinizi çok özledim....


10 Eylül 2009 Perşembe

Dişim iYi, iÇim köTü...

Dişimi dün dişçiye götürüp oydurttum güzelce ama gel gör ki "mal sahibine benzermiş" sözünü doğrular bir isyanla sinirleri öldürmek mümkün olmadı. Doktor da inanamadı açıkçası, bu kadar iltihaplı bir dişin şimdiye kadar ölmüş olması gerekiyordu dedi şaşkınlıkla. Unuttuğu birşey vardı, konuştuğumuz benim dişimdi :) neyse içine inanılmaz karışımlı ilaçlar yerleştirdi ve "yavaş yavaş ölmesini bekleyeceğiz" dedi... Üzerine bu kadar rahat cümleler kurduğumuz şey, beni günlerce zıvanadan çıkaran, uykusuz ve mutsuz bir insan kıvamına getiren inatçı ve acımasız bir dişti en nihayetinde ama işin içine öl/dür/mek girince bakış açım ona karşı bile değişti açıkçası...
Ben bir diş için (-ki kendi ellerimle bile çekmekten büyük zevk duyacağım) bu kadar içlenirken şu "ölü soyucu"lara bir iki laf etmeden olmayacaktı...
İnsanlıktan nasibini almamış, dünya aşırı görmemiş, hayvan demekle hayvanlara hakaret etmekten korktuğum beyinsiz musibetler!!!
3 gündür yaşanan sel felaketiyle millet nefeslerini tutup dua ederken, sevdiklerine daha sıkı sarılıp elinden gelen yardımı esirgemeden yapmaya çalışan bunca insan varken benimle aynı oksijeni soluyup, aynı gökyüzünün altında mı yaşamak isteyeceksin? Nasıl peki? Nasıl bu kadar rahat davranıp da anlaşılmayı umacaksın gafil!?
Hiç mi bir yakınını kaybetmedin? Hiç mi evladını kaybeden bir annenin feryadı için oturup ağlamadın? Hiç mi sadece bir haberde gördüğün ama asla tanımadığın bir çocuğun gözyaşıyla gözyaşın karışmadı?
Ne zaman çıktın insanlıktan? Ne zaman öldürdün içinde insan kalmaya çalışan yanlarını?
Yazık sana....
Hayatını kaybeden insanlar orada üstü örtülü yakınlarını beklerken topladığın bir kaç parça eşyayı evinin hangi köşesine koymayı düşündü o küçük kafan?
Senin yerine ben ÖZÜR DİLİYORUM insanlıktan? Senin yerine ben UTANIYORUM senin insanlığından......


8 Eylül 2009 Salı

Ahhh Dişim...


Sen misin 15 aydır ağzında geçici dolguyla dolaşıp,dişçiye gitmekten korkan... Al işte kaç gecedir uykusuz, mutsuz ve ağrıdan deliye dönmüş bir halde yatarsın işte evde... Allah beni de, ağrıdan saç yolduran bu dişi de davul etsin İnşallah :/ neren ağrırsa canın ordadır dedikleri yerdeyim 2 gündür. Canım gidiyor,nasıl anlatsam ne desem bilemiyorum.
Dişçi korkum yüzünden ertelediğim bu tedavi yüzünden günlük hayatım alt üst oldu.. Nefes bile almadan dolaşıyorum etrafta, 2 gündürtoplasan 2 saat uyumamışımdır :( dün gittiğim doktorum,önce güzelce bir fırça attıktan sonra şöööyle okkalısından bir antibiyotik yazarak benieve yolladı ve "üzgünüm bu gece de aynı ağrıyı çekeceksin" dedi... Hakkaten öldüresiye ağrıyan dişimi sivribir yerlere vurup rahatlamayı bile düşündüm.Size komik gelebilir ama hani şu ağrıyan dişini vuran adam hikayesi vardı ya, sanırım adamcağızı anlama noktasına bile geldim. Bu nasıl birşeydir arkadaşşşşş!
Bu nasıl bir işkencedir!?
Acıdan piştim 2 gündür....
Beni merak edenlere duyrulur.... :(
Yarın ki kanal tedavisinin ardından, görüşmek, yazışmak, gülüşmek dileğimle... Şimdi gidip biraz daha acı çekmem lazım (herşeyin bedeli varmış)...
Sevgiler...


4 Eylül 2009 Cuma

KızıYorum


Sorumluluk; Kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesidir. (TDK)
Sorumlu davranış; Diğer insanlara saygı göstermeyi, dürüst davranmayı, öz kontrollü davranmayı ve öz saygıyı içerir. Zaman içinde gelişen, düşünce ve davranışlarımızla ortaya koyduğumuz bir beceridir. Sorumluluk bilinci gelişmiş kişiler, yaptıklarının ve yapmadıklarının sorumluluğunu alır, suçlamalar yapmadan önce karşılaştıkları olumsuz durumlara kendi katkılarını düşünür.

Çocukluktan geliştirilmesi gereken bir tutumdur. Sonradan öğrenilmesi zordur...

------------------------------------------------@
Sorumluluklarını üstlenmeyen kişilerin, başkalarını ne kadar zor durumlara soktuğunu düşünmemesi kadar beni sinirlendiren başka birşey yok desem yeridir.
Herkes üzerine düşeni yapacak arkadaş! En azından elinden geleni yapmaya çalışacak!!!
Çocuklarımıza aşılamamız gereken ve bence en önemli hususlardan biridir sorumluluk duygusu. Üzerine aldığı işi başarıyla bitirmesi, hem ona hem de yakın çevresine mutluluk katacaktır. BaLLıma şimdiden öğretmeye çalıştığım bu bilincin gelişmesi için elimden geleni yapmaya devam edeceğim.
Bunu zamanında başaramamış, görmezden gelmiş, yok saymış ya da ötelemiş anne babaları şiddetle kınıyorum...
Kızgınım, hem de çok...
Başka da birşey demiyorum :(



3 Eylül 2009 Perşembe

UtanÇ :/


Büyük bir utanç içindeyim...
Hem de ne utanç :/
Dün evlilik yıldönümümüzü unuttuğunu zannettiğim eşim bana hayatımın dersini verdi inanır mısınız? Bu konularda artık önyargısız davranmaya çalışacağım sanırım...
Bütün gün beklenen ve gelmeyen telefon günün sonunda geldi ama sadece "nasılsın" demek için. Onca yoğun iş temposunun arasında ve unutulmuşluk duygusuyla kendimi dergime vermiştim. Birden bir çiçekçi girdi ofise :) aman Allahım hatırladı dediğim noktada adam golünü attı tabi, iş arkadaşlarınızdan geliyor efendim diyerek. Eh artık emindim, biricik kocam güzelim yıldönümünü (telefonunu kurmadığı için) unutmuştu... Kendimi daha çok verdim işime, biricik dostlara küskün mesajlar yamaya başladım MSN'de, kararlıydım geç saate kadar çalışacaktım.
Neyse küsük küsük çıktım yola 17.30 suları, atladım evime giden güzel otobüsüme...
Amanınnnnnnn..... Trafik nasıl kilit anlatamam, görmeniz lazım. Bildiğiniz kontağı kapattı bizim şoför, delirmek üzere herkesler. Birbirini kesecek hale geldi yolcular 1 saatin saonunda, o kadar yani. Ben deseniz kendi kendine konuşma moduna çoktan geçmişim, kimseler bulaşmıyor. En son eşime mesaj çektiğimi hatırlıyorum;
"sesimi duyan yok muuuuu?" diye... Neredeyse saat 20.00 olacak ve ben hala yollardayım, düşünsenize yahu. Anlaşılır yanı yok. Üstüne üstlük koca otobüste herkesler açlıktan delirmiş durumda, milletin bakışları değişti yemin ederim :))
Neyse güç bela sitenin önüne geldim, nasıl olsa koca günü unuttu, evde de yemek yoktur, gider gitmez birşeyler hazırlayacak kadar ayakta durabilecek miyim onu hesaplıyorum yürürken.
Kapının zilini çalmamla bir telaş başladı içerde :) sesleri duyabiliyorum dışardan, o kadar yani...
Eve girdim, baktım marjinal bir durum yok, kafamdan uyduruyorum diyerek banyoya attım kendimi, çıkışta gene bir telaş yaşandı :))
Meğer benim biricik kocam cici odaya "yemekteyiz" masası hazırlamış, benden önce girip mumları yakmaya çalışıyormuş.
Aman efendim, ne saaadet! Masa rüya gibi hazırlanmış (tatlı kaşıkları bile tabakların üst tarafına yerleştirilmiş) mis gibi kokular evin her tarafını sarmış. Ev, ev gibi olmuş uzun zamandan sonra :)
Bu kargaşada biraz tatsızlık yaşanmış tabii, paniklemeler ve rötar yüzünden... Çorba pişerken, tavuklar fırında unutulmuş, tavuklara bakılırken pilavın dibi tutmuş :)) biraz utangaç ama kendinden emin bir ifadeyle yapıldı bütün servisler. Tadından yenmez bir sohbetle tatlı tatlı yedik yemeğimizi. Hatta sofrayı toplarken bile bana el sürdürmedi BaLLımın babası, aşkım...
Ne diyeyim???
Hepinizin huzurunda dizlerimin üstüne çökerek af diliyorum eşimden :/
Özür dilerim hayatım... Bir daha yapmıycam....
Herşey için çok ama çok teşekkürler...
Bir kez daha gösterdin ne kadar doğru bir adım attığımı, nasıl doğru bir adam seçtiğimi...
Ne kadar şanslı olduğumu....
Şükürler olsun...




2 Eylül 2009 Çarşamba

MuCiZe

Bundan tam 3 sene önceydi...
İnanılmaz bir telaş içindeydi bütün dünya, herşeyde bir gariplik vardı. Renkler kol kola girmiş etrafa saçılmayı bekliyordu.
Ve mucize kendini göstermek üzereydi artık... Durdurulamazdı...
BeD@rdeM, burun deliklerine kadar aşkla dolduğu adama "evet" demek için toplamıştı bütün konu, komşu, dost, düşman kim varsa...
Alışılmamış (çatlak) gelin, eteklerine gökkuşağını dolamış, yere basmadan yürümeyi başarıyordu. Yakışıklı damat ise hem çatlak gelinini toparlamaya çalışıyor, hem de yeni hayatı ile ilgili gizli düşler kuruyordu.
Nefesler tutuldu... Herkes duygulu gözlerle olanları izliyordu... Masal dünyasının kapıları ardına kadar açık, misafirlerini ağırlıyordu. Derken, önce kadın bağırdı "eveeeeeeet", sonra hayatını hayatına adayacağı adam bütün gücüyle "eveeeeet" dedi. Herkes ayakta alkışladı... Adam kadının duvağını açtı, alnından öptü...
Zaman durdu...
Öyle güzel bir sıcaklık sarmıştı ki adamı ve kadını... Ilık bir "rüzgar" esti içlerinde.. Bu bir tesadüf olamazdı. "RüZgaR" a yolculuk başlamıştı. Kendilerini bu ılık esintiye bıraktıklarından bu yana tam 3 yıl geçti ve şimdi o ılık "RüZgaR"la bilinmez diyarlarda cenneti keşfediyorlar...
Gökten 3 elma düşmesini beklemeden hayatın tadını çıkarıyorlar.
İyi ki "evet" demişler, iyi ki mucizelerini beklemişler, iyi ki bir ılık "RüzGar" esmiş aralarında...
İyi ki ...
İyi ki..............
Nice mutlu ve birlikte yıLLaraaaaaa :)



1 Eylül 2009 Salı

aNNeLeRe...


Anne ;
* Yenilen her lokmadan sonra alkış kıyamet koparan,şenlik havasına bürünendir.
* Çıkan her pirinç tanesi diş için tüm hısım akrabaya telefon açandır.

* Tüm hafta hayalini kurduğu pazar kahvaltısına oturup asla yiyemeden kalkandır.

* Sabaha kadar kırk sefer uyanarak,sabah kalkıp zombi gibi işe gidendir.

* İşten eve geç gelmenin vicdan azabıyla bebeklerinin yanına kıvrılıp saatlerce koklayandır.

* Tatil yapamamanın kitabını yazandır.
* Eskiden hergün uğradığı kuaförünün yolunu unutandır.

* Çaydanlığın kapağı ile pet şişeyi kapatmaya çalışandır.

* Parça pinçik olmuş pazar gazetesini birleştirip okumaya çalışandır.

* Gecenin bir yarısı gözü kapalı süt ısıtıp,gözü kapalı geri dönendir.

* Saatlerce leblebi parmaklı ayakları öpmekten sonsuz keyif alandır.

* Temcid pilavı tadındaki baby tv yi seyretmektir.
* Bebek şarkıları söyleyerek, fırsat bu fırsat deyip birşeyler yedirmeye çalışandır.
* Üzümün çekirdeklerini tek tek çıkarmak,mısırı tanelere ayırandır.

* İşten yeni gelmiş ve içeri ilk adımı atmışken,"Anne atttaaaaa" sözleriyle çark edip,en yakın parkın yolunu tutandır.

* Bebek havuzunda yüzmeya çalışandır.

* Başka bir anneyi nerede görürse görsün "Seni çok iyi anlıyorum tatlım "bakışı atandır.

* Aşı takvimini ezbere bilendir.

* Kazara kendi için alışverişe gidip nasıl olduysa bebek kıyafeti dolu poşetlerle geri dönendir.

* Ne kadar sert olursa olsun hayır demeyi beceremeyendir.

* İşe yetişmek için düğmelerini bahçede ilikleyendir.

* Uyduruk ninni besteleyendir.

* Çantasında sürekli Oyuncak kurbacık,ıslak mendil ve kreker taşıyandır.
* Son teknoloji telefonu denize atıldığında ,diken diken olmuş her bir saçına rağmen,annecim telefonlar yüzemez diyebilendir.
















* Anne demek, eskisinden bin kat daha güçlü olmak demektir.

* Anne demek, hayatının sonuna kadar ve sonunun da ötesinde birileri için endişelenmektir.

* Anne demek, iki küçük melekle,gururla,küçük dağları ben yarattım edasında yürüyebilmektir.

* Anne demek, yüreyini parçalara bölüp herbir parçayı özenle onlara sunmaktır.
* Anne demek, 9 ay karnında taşımak değil,ömrünün sonuna kadar yüreğinde taşımaktır.

NOT: Yazı alıntıdır.*

 

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails