28 Haziran 2010 Pazartesi

BiR süRü Doğum GüNüSü


Önce Tolga, sonra Başakım, şimdi de canım kocam :)
istesek sıraya sokamazdık bu doğum günlerini...
Nasıl güzel oldu anlatamam, tadına doyamadık.

Başta yaptığım organizasyona burun kıvıranlar oldu, evet. Ama ilahi adaLet diye birşey var Şükürler olsun ki, dönüp dolaşıp teşekkür ettirdi bana :)
Cumartesi günü emrivaki yapılan kutlamada sanıyorum memnun olmayan yoktu (başta ben)

Nasıl eğlendik anlatmayacğım... Eğlenen var, eğlenemeyen var; kimsenin gücüne gitmesin.. Ama ne yalan söyleyeyim fotoğraf koymadan da duramayacağım dostlar :)

Tolga'm; sen bi tanesin ve biliyorum kalbinde yerim çok başka :)))

Başağım; iyi ki de doğmuşsun prensesim... Sen doğmasan ne yapardık biz! seni çok seviyorum :)

CAN'ım, biriciğim, kocammm; sen benim en kocaman İYİ Kİmsin... Nice yıLLara, mutLuLukLa :) seni çok seviyorum....




25 Haziran 2010 Cuma

KutluYorum...


Canım aşkım,
o güvercin gözlerine bakarak, senin için çırpınan kalbimi avuçlarına bırakmayalı ne kadar oldu söylesene?
Ne zaman soğudu avucumdaki parmaklarının sıcaklığı?
Arkamı dönüp hemen döneceğimi söylediğim zamanın ardından ne kadar geçti?
Ne kadar süredir sesleniyorsun boşluktaki karanlığıma?
Ellerini kısacık saçlarımın arasında dolaştırmayalı ne kadar oldu?

Bakma sen, herşeyi anladığını her yere yetişebileceleceğini düşünen ama sürekli yanılan bu deli kadına...
Alınma kaçırdığı her çırpınışına...
Artık sevmediğini getirme aklına...
Her geçen saniye, her an seni yaşayan ama anlatmayı bir türlü başaramayan karıcığın şimdilerde telaşta... Anlatmak için çırpınmakta...
O sussun, sen anla...
---------------------------------------
diye yazmışım sevgiliye 11 Ağustos 2009'da CANCAĞIZIM (tık) adlı yazımda... Nice zamanlar geçti, yaşanılan onlarca şey... Duygular değişmedi, ruh değişmedi...

BaLLı büyüdü, biz yaşlandık ve anladık...

Şimdi bir yaş daha geçiyor hayatından, bir yaş daha büyüyorsun sevgili...
BüyüyoruZ ve anLıyoruZ...

Şimdiden Nice nice yıLLara....




23 Haziran 2010 Çarşamba

ÖğrendiM...


Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. ..
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar... olduğunu
öğrendim.


Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu.. .
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...

MevLana

22 Haziran 2010 Salı

ÖDÜL mü?

Nezle oldum... Evet, evet bildiğin nezleyim ben.
Burnumun içinde biri oturuyor sanki, sesim Ali Osman gibi çıkıyor, bir terleyip, bir üşüyorum, gözlerimin içi beyaz tavşanlarınki gibi kıpkırmızı ve uyku istiyor....

Nezleyim işte, daha nasıl anlatayım?
Dünya iş var önümde yığılı... Ben onlara bakıyorum tavşan gözlerimle, onlar da bana... Ara ara içim de geçmiyor mu çalışma masamda, kendime acıyorum.
Bu dergi ne zaman biter, bu işler nasıl hallolur hiç bilmiyorum! sadece cebelleşiyorum :(

Bunca şey arasında canım MOMOLcum bana -çabuk iyileşeyim için ödül göndermiş, ne iyi etmiş :) hemen azaldı sanki hapşuruklarım... Kendisine çok çok teşekkür ediyorum.

Şimdi benim de bu ödülü başkasına göndermem mi gerekiyor?
-yoooo... göndermiyorum
şimdi sana göndersem, öteki kırılacak, ötekini söylesem beriki bozulacak... iyisi mi "bu benim ödülüm arkadaş" deyip ortaya koymak!

NOT: Hasta psikolojisi bu... idare et :/

Bugün baLLıma gidemiyorum haliyle bu durumda. Dün beraberdik ve denize girme sezonunu açtı nihayet. Hem de ne açmak!!!

Çok yakındaaaa
bu blogtaaaaaaa
kaçırma arkadaş!
üzülürsün......


21 Haziran 2010 Pazartesi

BaBaLar GüNü


Kendimle ilgili bir kez daha eksildiğim, oğlum için çok sevindiğim bir BaBaLar Günüydü yine.

Ben ve sevgili baba hasreti çekerken, O doya doya sarıldı babasına, oyunlar oynadı, hediyesini verdi, elini öptü, şımardı, şımartıldı şükürler olsun. Günün tadını çıkardılar karşılıklı, hakkını verdiler kıyasıya.

Üzülmedim bu sefer ne yalan söyleyeyim, ağlamadım hiç... Hani üzülenleri oyalamak için söylenmiş bir söz gibi durur ya "baban hep senin yanında" cümlesi; ben bunun sadece laf olmadığını anladım dün.
Sanki o da aralarındaydı top koştururken, sanki öğlen uykusunu birlikte uyudular, birlikte yediler mamalarını, sonra yürüdüler sanki sahilde uzun uzun, BaLLı babamın omuzlarında... Sanki hiç gitmemiş gibi hep yanımızda olduğunu hayal ettim dün, uzatmalı sohbetler ettik sanki, sarıldık sarmaladık birbirimizi...
O anladı, ben seyrettim, o baktı ben sevdim...

Ne kadar da güzelmiş yeterince isteyince onu yanıbaşında hissedivermek...
Uzunca bir mektup yazmıştım, giderken eline sıkıştırdım, sıkılmamıştır umarım okurken. Birkaç da fotoğraf ekledim hepimizin olduğu. Özledikçe baksın dedim.
Bir dahaki sefere daha çok kalacakmış söz verdi...
Yağmur dindi, o yine gitti...

sana selamı var... Bir de diğer babalara...
Sevgiyle



18 Haziran 2010 Cuma

Hafta/nın SONU...




Haftasonları bende sadece Cuma günlerinden ibaret! Yani bir tek bugün heyecanlandırıyor beni... Cumartesi günleri "ay bir gün kaldı" paniği yaşadığım için birşey anlamıyorum, pazar günü malum" yarın yine iş var" sendromu...
yani ben bu haftasonu sevincinden pek anlamıyorum...

Yine de güzel haftasonu (olmasa bile) planları hayallenmek, onun bunun haftasonu organizasyonlarını dinlemek, oğlumla geçireceğim zamanların mutluluğunu hissetmek yetiyor bana.

Bak mesela, bu haftasonu bir plan yapmadım geçen hafta gibi... "Saldım çayıra Mevlam kayıra" rehavetiyle geçiriyorum bugünümü. Nasıl olsa baLLı var :) o bize uygun bir organizasyona zorlayacaktır nasıl olsa...

Diyeceğim o ki;
haftasonun güzel geçsin.. Sana yüreğindekileri getirsin...

sevgiyle...



17 Haziran 2010 Perşembe

Büyük İkramiye

Bu sıralar aklımda hep aynı şiiR;

Sen benim sarhoşluğumsun
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim...
başım ağır,
dizlerim parçalanmış,
üstüm başım çamur içinde
yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim...

N.H.R

--------------------------------------------------------------
Yazlıktalar her daim... BaLLımızı kendini kaybetmiş durumda buluyorum her gidişimde. Alttan çıtçıtlı bodylerle akülü arabaya binmeler, kumsalda doldurttuğu havuzunun içinde delirmeler, yazlığın bahçesinde kendinden geçmeler, gördüğü her sakallıyı dede zananetmeler (karşılaştığı her canlıyla arkadaşlık etmek istemeler)....... vs

Nasıl mutlu!!! Çok şükür...
Bazen düşünüyorum da, ne kadar şanslıyız... Anneciğimin yanıbaşındayız, baLLımızın delirebileceği bir yazlığımız var, sevgili ve ben gayet sağlıklıyız, çalışacak ve para kazanacak bir işimiz var, etrafımız güzel insanlarla dolu..
eee, daha ne isterim?
tabii ki bu akşam çekilecek süper lotoda büyük ikramiye :)))))))

İnşallah...
-Amin...

ÖNEMLİ NOT: Regaip Kandili Mübarek olsun, herşey gönlünce olsun....

Sevgimle


14 Haziran 2010 Pazartesi

BurgaZada'da BiZ...


Uzun zamandır bu kadar güzel bir haftasonu geçirdim mi? Dur bir düşüneyim... Hayır!
Önce Cumartesi Tibet ve Annesi, sonra Pazar günü can dostlar ve Ada ziyareti; değmeyin keyfime. Biri BaLLım olmak üzere 7 kişi fethettik Ada'yı hep birlikte :)

Öğretmen evinde yediğimiz yemeğin de, ettiğimiz sohbetin de tadı damağımda kaldı... Zaten insanın yanında sevdikleri olunca gezmek de yemek de bahane...
Herşey mükemmeldi, herşey sade ve bize göre...

Güldük, eğlendik; gezdik, dinlendik... Artık yüz buldum ya (bu başardığım ilk doğru dürüst organizasyondu çünkü) :/ her haftaya ayrı program yaparım.
Gelmeyenin de canını yakarım.. ONa göre...







TibetTesi

Cumartesi günü TibetinAnnesi ile buluştuk... Ne iyi ettik! Ne kadar geç kalmışız bu karşılaşma için o gün farekettim. Geç oldu ama güzel oldu :))
Benim baLLımın haşarılığına rağmen beyefendiliğini bozmayan Tibet, dünya tatlısı annesiyle birlikte günümüze renk kattılar...
BaLLının ve Tibetin sevimlilikleri ve sohbetin güzel kokusuyla kapattık cumartesimizi...

Her Cumartesi bu kadar güzel geçse dedirtti...
Teşekkürler Tibetim ve güzel annesi :))







ÖNEMLİ NOT: Pazar gününü ayrıca paylaşacağım... bekle!!!




11 Haziran 2010 Cuma

ve Tanrı Korudu...


Bir anne olarak evlat ne anlama gelir çok iyi bilirim...
Bir evlat olarak "anne" ne anlama gelir bir kez daha anladım...
O kadar kaptırmışım ki kendimi BaLLının dünyasına, o kadar yok saymışım ki her şeyi birden duvara çarpınca anladım.
O hiç hastalanmayan, her daim bir çınar ağacı kadar görkemli görünen, ağrıyan her yerimi iyileştirecek reçetesi mutlaka bulunan, ona benzemek için herşeyi göze alabileceğim kadın...
ANNEM...

iki gün önceydi, açtığı telefonda zorla konuşur gibi geliyordu sesi, sordum; "tansüyonum yükseldi sanırım, başım dönüyor biraz, endişelenme geçer birazdan" dedi ve kapadı. Geleyim mi diye sorduğumda "gerek yok" diyen kadını hiç mi tanımadım ben? Nasıl ona kandım da sözünü dinledim?

Eve koşa koşa mı gittim, ben gittikçe ev mi uzaklaştı, neden bu kadar sürdü her zaman gidip geldiğim yol? Eve girdiğimde rengi yoktu, üçlü kanepede yatıyordu, kucağında ona durmadan kalkmasını söyleyen oğlum...
Hemen hastaneye...
Yan odada acil vaka var, bütün doktorlar onun başında, hayata döndürmek için seferberlik ilan etmişler, ne güzel. Ama kollarına girdiğim, avuçlarımda bir kuş gibi titreyen, gözlerini açmakta zorlanan kadın benim annem. Nasıl olacak?
Bekledik... İŞkence gibi...
Doktor tahta bit spatulayı gözleriyle takip etmesini istiyor annemin. Halbuki daha acil bir müdahele bekliyormuşum. Sinirleniyorum, söyleniyorum... Oğlum babasıyla, nereye geldiğimizden habersiz, hastane bahçesinde oyunlar oynuyor! Hüzünleniyorum...

Sinirlerimi altüst eden hastabakıcıya bir iğne yaptıryor doktor ve "yarın mutlaka bir kulak- burun- boğaz doktoruna görünün" diyor sadece," gidebilirsiniz"... İnanamıyorum...

Hemen başka bir hastaneye götürüyoruz kıymetlimi, çünkü iyi olmalı o, ayaklanmalı derhal...
Biliyorum ki bu işler tanıdıkla oluyor, maalesef ki tanıdıksız işler yürümüyor. Arıyorum, geliyor... Annemi görür görmez koyuyor teşhisi;
"Vertigo Atağı"
O ne? Bilmiyorum... Teleşlanıyorum... Sonra kulaktaki denge sağlayan mekanizmanın bir insan hayatındaki önemini anlıyorum...
Çok şükür serum takılıyor, kan şekeri bakılıyor, tansiyon ölçülüyor. Kıymetlim, hastanenin acilinde, etrafı perdeyle kapatılmış hazin bir yatakta uykuya dalıyor. Rahatlıyorum... Bekliyorum yanıbaşında, ayrılmıyorum hiç...
Oğlum babasıyla oyunda...

Derken eve getiriyoruz, ev şenleniyor... Şükrediyorum....

Neler neler geçti aklımdan, neler neler düşünmemek için uğraştı bu kızcağız?
2 gündür uyumuyorum ben, 2 gündür duadayım. Ne kadar da ucuz insan hayatı? Nasıl pamuk ipliklerine bağlı... Uzun zaman olmuştu bu kadar korkmayalı.
Lütfen bir daha korkutmasın Yaradan!

Onsuz olabilecek hayatın bir saniye bile olsa aklımdan geçmesine izin veren herşey son buldu çok şükür...
Onu bana bağışlayana şükürler olsun...

Benim biricik Çınar Ağacım... Bir daha yaşatmasın....




9 Haziran 2010 Çarşamba

FESLEĞEN


Küçük bir çocukken sevmeye başladım ben fesleğenleri... Hem de neden sevdiğimi anlayamayacak kadar küçük bir yaşta...
Yaydığı kokudan mıdır, saksıda okşanmayı bekleyen yapraklarından mıdır bilinmez hep ayrı yere koydum onları, çiçek gibi göremedim. Sevdim, okşadım, anlamlar yükledim kokularına, yapraklarına...
Gittiğim her yere, içinde bulunduğum her ortama bir fesleğen hediye ettim. Benimle olsunlar, benden bir iz bıraksınlar, çok sevilsinler, iyi bakılsınlar, hiç solmasınlar... Küçük küçük tohumlar biriktirdim ceplerimde, düşürdükleri her bir tohumu sakladım yüreğimde. Hepsi oğlumdu, hepsi kızım... Beni tanıyanlar bilirlerdi, bilmelilerdi... Fesleğenler en çok sevilirlerdi benim hayatımda...

Fesleğen mevsimi bir başka olur hayatın tadı, her yer onunla kokar, güzelleştirir her ortamı. Yetiştirmek zordur her "sevgi" gibi... Ya sabah sulayacaksın ya da sarı bir akşamüstü vakti. Yapraklarına da su tutacaksın şımarsın diye... Gülümseyerek konuşacaksın yapraklarına dokunurken, öyle hoyratça sallamayacaksın köklerini.

Haaaai unutmadan çiçek açtı mı KOPARACAKSIN çiçeklerini, bırakmayacaksın üzerinde... Çünkü fesleğenler çiçek açtığında "ölüyorum" derler, böyle belli ederler.

Ne ilginç değil mi?
Beni fesleğenlere benzeten ve benim için fesleğen yetiştiren herkese.....

Teşekkürler...
FESLEĞEN

Küçük bir fesleğeni olmuştu küçükken,

Küçük bir saksısı vardı fesleğeninin.

Küçücük öperdi fesleğenini her gün,

Küçücük sulardı…

Yaprakları küçücüktü fesleğenin.

Fesleğenin çiçekleri açardı bazen,

Küçük çiçeklerdi bunlar…

Küçük bir toprağı vardı fesleğenin,

Ne artar, ne azalırdı toprak.

Küçük bir pencerenin önünde dururdu fesleğen,

Küçücük gözleri vardı,

Küçük bakardı…

Küçük gösterirdi pencere göğü,

Fesleğen, göğü pencereden gördüğü kadar küçük sanırdı…

Küçücük elleri vardı fesleğenin,

Yalnız suyu tutabilirdi.

Küçücük kulakları, yalnız küçük çocuk seslerini duyardı.

Gözyaşları da küçücüktü fesleğenin,

Kimse fark edemezdi gözyaşlarını…

Herkes onu hep mutlu görürdü,

Bu yüzden hep küçücük kaldı fesleğen…

Ve hiç büyümedi…

Bundandır “hüzün” değil, “düş” kokması…

(yaşayan en küçük fesleğen'ine... yani bana...)



8 Haziran 2010 Salı

KızGın YaĞmuR


Nesi var bu yağmurun?
Kime, neyi anlatmaya çalışıyor ?

Biz de aynı şeyleri yapıyoruz hergün aslında...

Bütün gün güneşlenip, ılık ılık gülümsüyoruz insanlara içimizde fırtınalar kopsa da... Aman sağanak patlamasın diye, kararıp kararıp tekrar dağıtıyoruz yüreğimizin bulutlarını. İçimize yağmur yağsa da çiçekleniyor dudağımızın yanındaki hanımeli. Mis kokular bırakıyoruz baktığımız her göze, dokunduğumuz her insan meltem esintisine kapılıyor gizlice...

Ama yok! İşin aslı öyle değil, bunu sen de biliyorsun...
Ne kadar biriktirirsen biriktir, erteleyemezsin! Ne kadar tutarsan tut, engel olamazsın o taşkına... Belli ki hiç beklemediğin bir günde, hiç anlayamadığın bir zamanda boşaltıverecek içindekileri. Boşuna uğraşma!

O yüzden, bakmak yerine görmek, duymak yerine dinlemek ve anlamak gerekiyor birilerini. O zaman ne zaman dolduğunu da bilirsin, ne kadar taşacağını da... Şaşırmassın olacaklara...

Doldurma kendini sakın, erteleme içinin sağanağını...
En kötü ne olabilir?
Bırak aksın içinin ertelenmişliği, bırak arınsın yüreğinin küçük kara lekesi...
Yağmurlar güzeldir, gülümsemeyi bilirsen...

Kızdırma yağmuru... Anla sadece!




7 Haziran 2010 Pazartesi

HafTasonu BaLLısı


Bütün bir haftasonu yağdı mübarek!!!
Tamam, yağmuru severiz ailecek ama bu kadar plan dolu bir haftasonunu bir kalemde yok edecek yağmura da sinirlenmedim değil.

Cuma günü neşe içinde gittim eve, baLLıyı alıp, sevgiliyle attık kendimizi oyun parkına, sonra da salıncaklarda eğlendik akşam 22.00'ye kadar. Eve giderken;
BaLLı: anne eve didelim, yoyuldum... Çüçük balığı annat... dediğinde nasıl da şaşırdık :) evde temizlenip, pijamaları zor giydik. Memesini alıp kendi kendine uyuya kaldı koltukta. Gece mıkırdanıp durdu uykusunda ve ben haliyle uykusuz uyandım Cumartesi sabahına :(
Öğleden sonra yazlığa gittik, gece döndük... Dönmesek olurmuş gerçi!
Pazar sabah yağmur altında (mecbur) yine yazlığa gittik... Silivri'de bir alışveriş merkezinin yolunu tuttuk akşamüstü. BaLLı delirdi eğlence merkezini görünce.
Haftasonu baLLıma yaradı sadece, ucundan kıyısından sebeplendik biz de...

Oysa ne hayallerim vardı ADA için..
Olmadı...
Neticede birlikteydik, mutluyduk...
Bir daha ki sefere ;)



4 Haziran 2010 Cuma

İnek İçti, Balta Kesti....


BaLLı Bademim geldiğine göre artık istediğim kadar uçuk kaçık plan yapıp, istediğim kadar oğluşumlu vakitler geçirebilirim (düşündükçe içim kıçır kıçır ediyor :)) )

Şimdi efendime söyleyeyim, bu hafta sonuna kurduğum farazi düşler sonunda anladım ki ne kadar plan yaparsan yap, hayat sana doğru akmıyor arkadaş! Sana öyle güzel kafa tutuyor, patronun kim olduğunu öyle güzel gösteriyor ki şaşırıp kalıyorsun.
Bak mesela, yarın Tibet'in annesiyle buluşacak, çocuklarımızın şen kahkahaları eşliğinde sohbetler edecktik. N'oldu? Elde olmayan nedenler dolayı fıssss :( E, Allah beterinden saklasın tabi, en kısa zamanda buluşmak üzere sözleştik çok şükür, içime su serpildi.

Pazar günü birkaç iyi insan, ben ve cünü cümle ailem birlikte Ada'ya gidecektik... Ooooh dedim kendi kendime, ne zamandır arayıp da bulamadığım şey. Sevdiğim bir sürü insan, ailem, bal kokulum.... herkesli bir Pazar günü.. Ne kadar da uzun zaman oldu kalabalıklaşmayalı böyle?
Noldu? fısssss :(
Önce canımın içi arkadaşımın planları değişti,
sonra diğer arkadaşlardan biri hastalandı şişti,
ötekine ulaşamadım,
beriki suya düştü,
balta kesti,
inek içti....

oyyyyyyy...
Ne yapayım peki şimdi ben?
birilerinin nazarı mı değdi acep??? :))
neyse neyse...
BaLLım yanıcığım da ya... evden bile çıkmasam ödül bana...

sana da baLLı bir haftasonu diliyorum :)
sevgiyle....


3 Haziran 2010 Perşembe

"çüçüK baLık, çüçük yıLdız..."


Bir zamanlar küçücük sevimli bir balıkla, kendi kadar küçük bir yıldız arkadaşlık etmeye başlamışlaaaar. O kadar iyi anlaşırlarmış ki, gün boyu hiç ayrılmazlarmışşş. Her yere birlikte gider, her oyunu birlikte oynar, her işibirlikte yaparlarmış. Annelri de bu dostluktan oldukça hoşnutlarmış.
Günlerden bir gün küçük balık, küçük yıldıza:
- hadi bugün ormana gidelim; demiş. Küçük yıldız hemen kabul etmiş.
Evden biraz yiyecek almışlar, birkaç oyuncak ve tabii uçurtma, ormanın yolunu tutmuşlar. Önce birşeyler yeyip, cıvıldaşan kuşlarla şarkılar söylemişler. Sonra da birlikte tadına doyulmaz oyunlar oynamışlar. Salıncak kurmuşlar, ip atlamışlar, top oynayıp, uçurtma uçurmuşlar, hatta gölde biraz yüzüp serinlemek o kadar iyi gelmiş ki, o yorgunlukla harika bir ağaç gölgesinde uyuya kalmışlaaar.

Eve haber vermeden çıktıkları için, evde telaşlanan anneleri onları aramaya çıkmış. Her yere bakmışlar. Bu sırada küçük balık ve küçük yıldız uykularından uyandıklarında etrafı karanlık görünce paniğe kapılmışlar. Göz gözü görmüyormuş karanlıktan, dev ağaçların yaprakları biraz olsun aydınlatan aydedeyi kapattığı için zifiri karanlıkta titremeye başlamışlaaaar. Çünkü bukadar uyuyabilecekleri akıllarına gelmemiş. Biraz uyuyup hemen eve döneceklermiş ama o kadar yorulmuşlar ki, uzun süre uyanamamışlar.
Küçük yıldız korkarak küçük balığa sarılmış:
- şimdi ne yapacağız? ben çok korkuyorum, evime gitmek istiyorum; demiş
küçük balık onu sakinleştirmeye çalışmış:
- korkma küçük yıldız, şimdi evin yolunu buluruz; demiş

Yola çıkmak üzere ayağa kalmışlar ama karanlık yüzünden kıpırdayamamışlarr :( oturup kalmışlar üzüntüyle...
Bu arada küçük balığın da, küçük yıldızın da annesi onları aramaya devam ediyormuş. Birden akıllarına orman gelmiş ve hızla ormana doğru yola çıkmışlar.
- Küçük balığııııım, küçük yıldızııııım, nerdesinizzzzz? diye sesleniyorlarmış, duymaları umuduyla.
Birden küçük balık ayağa fırlayıp sesin geldiği yöne doğru koşmaya başlamış. Annelerine kavuşan minikler neşe içinde evlerine dönmüşler.
Eve haber vermeden hiçbir yere gidilmemesi gerektiğini öğrenen küçük balık ve küçük yıldız, bir daha böyle yapmayacaklarına dair söz vermişler.
Ormanda ne kadar çok korktukları gelmiş akıllarına ve evlerini ne kadar sevdiklerini, ailelerinin değerini anlamışlar.
Gökten 3 elma düşmüüüüüüş. Biri anlatana, biri dinleyene, biri de küçük balıkla küçük yıldızaaaaa :))
------------------
Anne: hadi bakalım baLLım, kapat gözlerini, bak onlar da uyudu...
baLLı: hayıl anne, lüphen anlaaaat..
Anne: ama oğluuuuum ancak bu kadar uydurabildiydim :/


1 Haziran 2010 Salı

Çok ŞüKüR...

Evimi ışığıyla aydınlatıp, yeniden "baLLı"mın sesiyle doldurana şükürler olsun...

Gece indiler uçaktan, 50 dakika gecikmeli... Şimdi sana 10 gün geçti ama 50 dakika geçmedi desem inanmazsın değil mi? Çok komik çünkü... Halimi bir görsen hava alanında, kafası kopmuş tavuk gibi bir o tarafa, bir bu tarafa koşturup duruyorum amaçsızca (sanki uçak inince bilmeyecem) en son artık "aşk" acıdı halime, oturttu beni bekleme salonunun incecik demirine. Bekle, bekle gelmez; uçak indi, baLLı görünmez...

Veeeee işte saatler 01.00 olduğunda anneannesinin elini tutmuş, küçük bir "adam" göründü karşıdan... Bizi nasıl gördü, ne zaman yanıma geldi, ben o aradaki camları devirip mi geçtim karşı tarafa inan hatırlamıyorum. Hatırladığım şey, ağlaya ağlaya burnumu çenesinin altına sokuşumdu ve hiç tanımadığım bir kadın bizi şaşkınlıkla izliyordu. -Allah ayırmasın bir daha- dedi.. AMİN...

Eve giderken, sanki ilk defa görmüşüm, hastanede ilk defa kucağıma almışım kadar büyük bir özenle ve heyecanla izledim yaptıklarını ve söylediklerini. Mimikler bile değişmiş, cümleler uzamış, yenileri eklenmiş.... daha sayamadığım bir dünya değişiklik. Saat 2.30'da yatırmak için peşinden koşarken şöyle dedi:
-anne üphen (lütfen) sallama, kalkıcam, ışığı yak üphen.
Böyle lafa ne denir???
hemen kalkıldı, gecenin bir yarısı yandı ışıklar...

İçimden dedim ki;
"evimizin ışığı hiç sönmesin..... "
senin de...

Sevgiyle

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails