23 Eylül 2011 Cuma

Geçmiş Olmadı Yüreğime....


Ömrüm; Sen orada öylece kızarmış gözlerin ve düşmüş kirpiklerinle bana bakarken düştüğüm çaresizlik, unutulur değildi yavrucuğum. Çok sık hasta olmazdın sen, hatta doğduğun günden bu yana 2 kere titrettin yüreğimin direğini ateşinle. Alıştırdın beni coşkuna, heyecanına, enerjine... Sararmış rengine, baygın bakışlarına, ağlayarak medet uman çaresizliğine alışık olmadığımdan mıdır bilinmez dizlerimin ipleri gevşeyiverdi aniden. Kucağımdan inmek istememen, sıkı sıkı sarılmaların sayesinde güç bulan yüreğimi zor bela dizginledim. Nur yüzünü izlerken yüreğimden geçenler acıttı önce içimi, sonra evladı için neler yapabileceğini bildiğim tüm anneleri içimden geçirerek okudum tüm dualarımı...
Dünya güzeli yavruların hiç hastalanmaması, her daim yüzünün gülmesi temennisiyle yalvardım Allah'ıma...

Neler neler düşünüyoruz yaşam telaşında, neleri aklımıza takıyor, neleri tükenmez acı zannediyoruz bilmeden. İnsan yaşamadan bilmez derler ya, o cinsten işte! Hepimiz yaşamadıkça unutuyoruz kıymetlerimizi, en değerlilerimizi annecim. Derinden acıyan bağrıma basıyorum dün geceden beri beni yaşatan güzel varlığının minnetini. Şükürler olsun varlığına, canıma can katan suratına, güzel badem gözlerine, gülümseten sözlerine binlerce şükür...

En çok da ne kahretti biliyor musun kalbimi dün gece? sabahına hiçbirşey olmamış gibi işe gelip, hiçbirşey olmamış gibi işlere boğulacaktım. Sen anneannende yatacaktın bile bile, ben para kazanma telaşıyla seni evde bırakıp yine yaşam telaşına düşecektim. Ve sen bunu o küçücük yüreğinle anlamamak için diretecektin. Ne kadar da haklıydın...!

Ben şimdi işyerinde, iş yetiştirmeye çalışıyorum birilerine....
sen anneannende...

"düzen" bu...
birileri sürekli çalışmak zorunda...
yaşamadan,
üzülmeden,
sevmeden,
başka birşey düşünmeden,
ağlamadan, kahrolmadan,
şikayet etmeden,
hiçbir yere gitmeden
sadece çalışmak zorunda birileri....

anlamak ne zor değil mi annecim?
anlamaya çalışıp beni daha çok üzme...
sen iyi ol, ben çalışayım...

dedim ya; "düzen" bu...
işler beni bekler sen bir yerlerde kendi kendine büyürken....

Affet annem...






19 Eylül 2011 Pazartesi

Bugün OKULLU Olduk...!!!



Ne zaman geçti şu günler?



ne zaman bu kadar güçlendi saatler?



ne zaman okulluk çağa geldi ki bu BaLçocuk?






herşey o kadar hızlı gelip geçiyorken nelerle uğraştığımızı durup bir saniye düşününce acıdım kendime. O kalabalık çocuk gürültüsünün aklımı ne kadar serinlettiğini anlatmama gerek var mı?



Şüphesiz, hesapsız, hasetsiz, kinsiz, sadece çocuk gülümsemesiyle dolu zamanlar hayal ettim. Ne iyi geldi...






Uykusuz ve tedirgindim; şimdi hayli yorgun ama bir o kadar mutluyum.



ANAOKULU annesi oldum ötesi var mı?



gerisi çorap söküğü, gerisi hayat...






İLK GÜN SABAHI DİYALOGLARI:



- anne neden koşuyosun?



- heyecanlıyım oğlum

(iç ses: hayata yetişmeye çalışıyorum annecim)...!!!!






Sevgiyle

9 Eylül 2011 Cuma

Artık bana hergün Bayram!

Bir an için gerçekten tatilimin ne kadar güzel ve ne kadar kazasız belasız geçtiğini yazamayacağımı düşünmeye başlamıştım.




İşler adeta benden intikamını alırcasına üzerime yığıldı ama yıkılmadım. Yıkılmayacağım...



Ah biz nerelere gittik, nerelere...



Bütün bayram tatili boyunca (ve tabi öncesinde) kaza bela olmasın diye o kadar dua ettim ki, şükürler olsun melekler hep yanıbaşımdaydı.



Önce o eski bayram sabahlarına uyanmak ve BaLLımında ağzında eski bir tat bırakmak için ananeme gittik birkaç gün öncesinden.



Allahım o nasıl bir oksijen, o nasıl bir çiçek kokusu...



Arkada, bir zamanlar benim evcilik oynadığım bahçede arabalarıyla oynayan oğlumun gülücükleri, annanemin tazecik mis kokulu çörekleri, derede yüzen ördekler,komşu annemin suladığı domatesler, sivri biberler.... Hepsi de nasıl canlandırdı içimizi, nasıl umut verdi yüreğimize yeni günlere dair.


Bayram sabahında erkenden gelen küçük-büyük misafirler, jelatinli şekerler ve kolonya kokusu :) kocaman bir aile olmanın ve aynı güne birlikte uyanmanın sevinci...



Bayramın ikinci günü planladığımız gibi İstanbula döndük.... Yıldönümümüz :) için yer ayırttığım o muhteşem günlerin geçeceği yere doğru yola çıktık...



Ne yer bulmuşum arkadaş!!!!



Muhteşemdi,


rüya gibiydi,


ayaklarımız yerden kesildi :)





neresi mi? dur söyleyeyim hemen:








iki aile gittiğimiz kafa tatilinin bu kadar iyi geleceğini bilseydim kaçırdığım tatil fırsatlarına asla bu kadar üzülmezdim....




Hem bu kadar yakın (İstanbula sadece 1.5 saat mesafede), hem bu kadar özel bir yerin etrafta olabileceği kimsenin aklına gelmiyor....



Yola çıkarken neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk ama gittiğimizde gördüğümüz manzara bizi büyüledi desem abartmış olmam. Ortasından dere geçen, etrafında tahta masaların ve ağaç evlerin olduğu bu muhteşem yerin sahibi Sedat Karaaslan ve çalışan ekibi bizimle ailden biriymişiz gibi ilgilendi. Bize ayrılan 2 odalı büyük ahşap eve yerleşmemiz çok zaman aldı haliyle :)


BaLLım bile:

- "annecim ben bu ormanı çok sevdim, burada çok mutluyum" dedi. Keyiften sarhoş olduk...




Ha, mekandan bu kadar bahsedip Hüsayin Baykoç'tan ve yemeklerden bahsetmeden geçemeyeceğim. Hüseyin neredeyse sadece bizimle ilgilenmeyi kendine görev eden çalışanlar arasında 1 numaraydı. Orada kaldığımız sürece her ihtiyacımızla ilgilendi. Dünya güzeli bu adamla veda ederken gözlerimiz doldu inanır mısın?



Yemeklere gelelim....



Orada yediğimiz yemekleri, bize sunulanları anlatırsam ortalık karışır, o kadar söylüyorum. Sadece bir öğünüyle Türkiye'nin 4/1 i doyardı :)))) kaplumbağa gibi sırt üstü devrildiğimiz gerçeğini saklayamam.




nihayetinde şunun söylemeye çalışıyorum:



Ey arkadaş; İstanbulda kapana kısıldım, çok bunaldım, nefes alamıyorum....vs konuşmalarından vazgeç ve hemen yola koyul.





bu da sana arkadaş kıyağım olsun ;)



sevgimle

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails