28 Şubat 2010 Pazar

GELDİ... İÇİMİN EN GÜZELPARÇASI....

Tarif etmeye kıvrandığım zamanlardan...

Gözlerimi kapatıp, tadını çıkarıyorum sadece,
sen koktu ciğerlerim birden bire...
Sarıldığın yerlerimle sana çağladım sabah sabah...
Heyecandan hiç uyumadığım bir sabahın en güzel yerinde geldin yine....!
Hoşgeldin, dünyam...
HayaT ParçaM...
HOŞGELDİN......
İyi ki GeLdiN.....

25 Şubat 2010 Perşembe

Eski FoToĞrafLaR...



Aslında bu fotoğraflar oldukça eski (geçen yazdan) ... Almanya'daki tetem daha yeni ulaştırdığı için ben de henüz ekleyebildim. Bunca özlem içinde bu fotoğrafların bendeki etkisini tahmin edebiliyor musun?

Edemezsin......!









22 Şubat 2010 Pazartesi

ANLADIM...


sen yoksun ya şimdi evde, kokun var hani... Vanilya ve hafif tarçına benzer, biraz taze bahar, biraz yoğun beyaz, mavi bazen.. Ama en çok siyah şimdilerde...

Ne anladım bu gece biliyor musun küçük parçam?

Anne olmak için doğarmış demek ki bazı insanlar... Sadece bunun için görevlendirilmekten bahsediyorum iyi dinle..

Ben hayatında hiçbirşeyi istediği gibi beceremeyen insanlardanım işte! Ne kadar çok istersem isteyeyim, sonradan hep anladım ki, istediğim şeylerin hep kilometrelerce uzağındayım. Neyi başarmak istesem hep onun dışındayım. Uzağındayım herşeyin... Kimin nesi olmak istesem onun o kadar olamayanıyım ben! Hep yalnızındayım!

Bu gece anladım, görünmeyen minicik ayak izlerini koridor boyunca takip ederken...

Sana can vermek içinmiş bütün yolculuğum ve anladım ki canımı sende yaşatma saadetiymiş bütün bu saçma serüvenim. Dokunduğum yerlerden senin sesini duyunca farkettim ki, bu güzelliği yaşa(t)mak içinmiş doğuş amacım...

Tanrı bütün kullarını sever ama bazılarını denermiş... Bu güzellikle (seninle) yaşamak içinmiş bütün sınavlarım, tasalarım, endişelerim, ayrılıklarım, kızgınlıklarım, mutluluklarım (!)...

Sen yoksun ya şimdi, ne kadar hiçbirşeyin içinde nefessiz kaldığımı anladım bu gece!

Beyaz el örgüsü içi boş yeleğini gördüm çamaşırları asarken. Yeni yıkanmış çamaşırların arasından efil efil, buram buram çağıran yeleğini.. Hani düğmeleri gülen suratlı...

Çok ağladım oğlum bu gece...

Çok yalvardım Tanrıya...Dedim ki;

"Bu sefer değil... Biliyorum çok iyi başaramadım birçok şeyi, tam da istediğin gibi davranamadım belki çoğu zaman. Ama farkettim verdiğin en özel görevi... Farkındalığınla ödüllendirdin madem, beni bu farkındalık ayrıcalığından ya mahrum et, al aklımı; ya da sakın beni ondan ayırma!!! Bu vanilya kokusunu benden ayrı bırakma... madem tek yaşama sebebimi buldurdun beni bir daha aratma..."

Henüz küçüksün ve belki de büyüdüğünde bunları yüzüne söyleme fırsatı bile yakalayamayacağım...

Bil ki küçük Bal suratlım;

annen sana kattığı canıyla yaşıyor. Kalbi seninle atıyor, senin ciğerlerinle nefes alıyor, bir beden taşıyor ama ruhu senle dolaşıyor, senin gözlerinden bakıyor artık, senin ağzınla tadıyor...

Birgün senin yüreğinle sevecek ve daima seninle gelecek...


Bu gece anladım, kocaman bir kadının nasıl serçe çaresizliğinde kalabildiğini...

Anladım bu gece herşeyi...

Tanrının mucizesini ve anlatmak istediklerini...

ANLADIM....

Sensiz olmuyor, İÇİM YAŞAMIYOR....






18 Şubat 2010 Perşembe

foto: deviantART





Kapkara bir sabaha uyandı(k)...
Gözlerde ayrılığın hazırlığı, kaçma telaşları... Sesinde ılık bir ıslık herkesin duyabileceği cinsten. Uyandığında sabahın tam da körü (5:00 sıraları) ben hiç uyumamış gözlerimin gönlünü almaya çalışıyordum ki, beni çağıran sesini duydum. Yüreğimde kabaran dalgalar, hayatımdaki en güzel şarkıyı dinler gibi koştum sesinin peşine. Ağzında sımsıkı çektiği memesi, bacaklarına kadar sıvanmış ısırmaktan bıkılmayacak pijaması, hafif kısık ve dünyanın en güzel gözleriyle yatağın orta yerinde. 1 saat kalmıştı bensiz yolculuğuna ve sanki haberli bir gidiş olacaktı bu seferki! Farkındalığın zirvesindeydi ilk defa, hüzün kokuyordu üstü başı... Küçücük elleriyle yanındaki yastığa çağırdı beni, yat yanıma dedi. Yattım... Akıl almaz bir kalkmama isteği... Kalktım...

Arabaya doğru giderken inmedi kucağımdan, hava karanlıktı. Delirten cinsten sarılmalar, öpüşmeler. Gülümseten bir sevimlilikle binildi arabaya. Hava hala karanlık... Parmak araları çiçek koktu yol boyunca, masal diyarındaki dağ zirvesinden taze toplanmıştı hepsi de. Elele gittik yol boyunca, küçük parmaklarıyla küçük küçük dokundu tırnaklarımın acıyan köklerine.

Yol bitti... Az kaldı onu götürecek uçağın kalkış saatine, biletini aldık ve ömrümün en çabuk ilerleyen kuyruğunda bulduk kendimizi kenetli... O bırakmak istemedi beni, ben nefesimi tutmuştum. Sıra onlara geldiğinde ağır kokulu bir acı oturdu sol mememin üzerine. Kalmak mı yoksa onunla gidememek miydi bu kadar keskin kokan? sorgulamadım, vaktim olmadı... Giriş kapısından son defa dönüp baktı küçücük omuzunun üstünden, tarif edemeyeceğim güzellikle.
O kadar derin bir nefes aldım ki, oradaki havanın hepsi hala ciğerlerimde. Ona kokan ellerime baktım istemeden... Ağladım... Sustum ve bir daha ağladım...
Çocuk yine gitti ve kadın yine kaldı dedim içimden...
Yalnızlaştım...
Hiç tanımadığım bir adama/kadına sarılmak istedi onu kucakladıktan sonra boş kalan kollarım... Çok hızlı ama kilolarca ağır adımlar attım, gidişine katlanamayacak yüreğimi sakinleştireyim için..

Yürüdüm, yürüdüm... Sabah yeni yeni uyanırken ve oğlum "ATTA" giderken, derdime derman bir kahve söyledim kendime en kallavisinden... içmeden kokladım bir müddet, ağladım...
Çok ağladım o giderken...

Çocuk GİTTİ, kadın KALDI... (tık)


Olsundu... Çocuk mutluydu...
Kadın hep bununla avundu....

17 Şubat 2010 Çarşamba

ÇALMAK kötü bişeydir yavrucuğum...


İnanılmaz bir olaya tanıklık ettim bugün...
Sabah bana gelen ve buram buram ÖYKÜ kokan bir maili paylaşmak isteğiyle yola çıkmıştım; "Niyet hayır, akıbet hayır" diyerek... Hayvan sevgisine yakında tanıklık ettiğim ve bu konuda elinden geleni ardına koymayan biricik arkadaşım Öykü' ye yönlendirdim maili hiçbirşeyine dokunmadan. Zaman geçip de Öykü bana "bu yazı benim" deyinceye kadar herşeyden habersizdim.

30 Eylül 2009' da yazdığı ve kendi bloğunda yayınladığı, tamamen kendi duygularıyla kaleme aldığı yazısını bugün bilmeden ona göndermiş olduğumu anladım. Nasıl bir zihniyet, nasıl bir vicdan bir insana bunu yaptırır inan bilemiyorum. Başka bir insanın içselliğiyle dokunmuş bir şeyin altına hiç aldırış etmeden imza atabilmek nasıl bir iştir biri anlatsın bana lütfen...!

Başka arkadaşlarımın bloklarında da rastladığım bu çalıntı yazılar meselesini bugün burada açmadan edemedim. Hepimiz kendi gizli dünyamızı, bizim gibi düşünen/düşünmeyen insanlarla paylaşabilmek duygusuyla yazıyoruz içimizdekileri. Herkesin kendine aitleri var çok normal olarak.

Mesela ben o gün yazmak istemiyorsam, yazmak için telaşa düşmüyorum. Yazmak duygusu içimde oluşana kadar bekliyor ve ondan sonra yazmaya gayret ediyorum. Başkasından kopyala/yapıştır yaparak insanların gönlünde taht kurmaya çalışmak çabasını hiçbir zaman anlayamayacağım.

Nefretle kınıyorum çalıntı yazıların altına imza atan o "insancık"ları...
Kimsenin hayatında yer edememiş, yaptığı hiçbirşeyle takdir edilmemiş bu küçük insanların peşine düşmek olanaksız gibi görünse de bu tür olaylara duyarsız kaldıkça daha da fazlalaşabilecekleri tehlikesini göze almak istemediğim için yazıyorum sana bunları.
Haksızlığa tahammülün yoksa, sen de aynısını yapmalı ve şahit olduğun çirkinlikleri insanlarla paylaşmalısın.

Çocuğuma klavuz olsun diye, iyi şeyleri benden duysun ama buradan da okusun diye emek vererek hazırladığım bu bloğa çirkin yazılar yazmak, istediğim son şeydi elbette. Ama ortada bir haksızlık var ve hakkının sahip olana iade edilmesi için elimden geleni yapmalıyım.

SEN DE YAP...

Sebebi ne olursa olsun; "ÇALMAK" kötüdür yavrucuğum. Sahibine sormadan aldığın herşeyin adı çalmaktır ve insanlığın hiçbir yerinde anlayışla karşılanmaz.
Sen sen oL, sadece kendi yaptıklarınla övün...
Ve beğendiğin herşeyi takdir et...
Sana iyi bir insan olmayı öğütlüyorum.
İyi bir insan olduğunda herkesin seni seveceğini çok çok iyi biliyorum.
SENİ ÇOK SEVİYORUM...

13 Şubat 2010 Cumartesi

ANNE İzinde... KiminLe mi?



O kadar çok beraber olduk, o kadar çok eğlendik, öyle güzel güldük ki inanamazsın... Gerçi bu fotoğraflardan sonra mutluluğumuzu biraz anlarsın :)
Artık ardı sıra cümleler kurmaya başladı, tam bir taklitçi... İnanamıyorum yaptıklarına, şimdiden espri yeteneğinin bile farkında...
Bol bol sarıldık birbirimize, hiç ayrılmayalım'lı dualar ettik içimizden en çocuk kalbimizle...Birlikte uyuduk, birlikte uyandık, koşturduk, evi dağıttık :) (ama bir tek ben topladım), şarkı söyledik ciyak ciyak, mamalar yedik birbirimize besleye besleye :)
Ahh canım kardeşim... Tatil mi dedin? yok hiç dinlenemedim :) ama harika bir sebebim vardı...

Şükürler olsun Tanrım verdiklerine...


5 Şubat 2010 Cuma

KOmik İnsan NotLarı :)





Sadece Varlığıyla bile hayatıma huzur veren, uzakta ama yüreğimin yamacına oturttuğum güzeller güzeli DOST insanı... ELİFİM....

Ne kadar uzun zaman olmuştu oysa ayrı kalalı.. Birbirimizden habersiz sandık dolusu anı biriktireli ne kadar sene geçmişti.
Onun benim yaşadıklarıma uzaklığı benim onun hissettiği hiçbirşeyde yanında olamam, aramızı daha da çok açabilirdi aslında. Yaşadığımız çağ bunu gerektirirdi. Hoyrat bir zamanda ayrı kalmalarımıza devam edebilirdik. AMA OLMADI..
Bıraktığımız yerden devam eder gibi...
Dah dün görüşmüşüz de, bütün yaşadıklarımızda birbirimizin yanındaymışız gibi girdik cümleye ilk görüşmemizde.. Önce ılık ılık bir sıcak bir rüzgar esti telefondaki sesinde, ben de heyecan... Ben hamileydim yeniden "merhaba" dediğimizde birbirimize, o şaşkın...
Şimdi ikimizin de dünyalar kadar güzel 2 yavrusu... (biri baLLı, diğeri kurabiye Suratlı) :)
Ve yüce Tanrım gösterdi yine mucizesini..
Bizi birbirimizsiz bırakmadı...
Dostluğa bu kadar ihtiyaç duyulduğu bir zamanda sakladığı yerden çıkardı, şükürler olsun.

O mantıklı, ben deli...
O tam bir anne, ben hala yarım çocuk...
O problem çözücü, ben bu konuda üretici...
O planlı, ben uçarı...
Ama herşeye rağmen birarada... Yürek yüreğe...
İyiki'm... DOSTUM...
Nice nice yıLLara...
ben İstanbuldan gülümsüyorum sana, sen Eskişehirden bak bugün bulutlara...




3 Şubat 2010 Çarşamba

HaLa...




Hayatımdaki en özel durum sanıyorum şu annelik meselesi... O kadar oğlumla dolu ki içimin derinlikleri, ne anlatılır ne anlaşılır. Söylediklerinde vasatlaşan duygu isimleri nasıl iticileşirse bir süre sonra, öyle olur diyordum bu durum da... Olmadı... Hiç vasatlaşmayan, anlamını bir tık bile eksiltmeyen bir çeşit hisler yumağı çözülüyor içimde BaLLımı düşündükçe, gülüşünü gördükçe. İYİ Kİ'lerimin en bir numarası, hayatımın anlam katanı, dokunduğu her yere ışık saçan, paçalarından bile ballar akan gülüşü güzel oğluma iyi bir anne olmak... aaah, nasıl da yüreğimi çiçeklendiriyor oğluma anne olmak...

İyi bir aşık olmaya çalıştım elimden geldiğince, iyi bir evlat, iyi bir DOST...! Kötülükler yaşadım insanlardan yana, hayal kırıklıkları, mutsuzluklar.... İyi bir insan olmaya çalışanlar da tanıdım, iyiliğin yanına uğramayanlar da...
Büyüdüm sandığım zamanlarda bile hep dudak büktüğümü farketim büyük insanların küçük zihniyetlerine. İçimdeki aydedenin üzerine oturup dehşetle izledim oluşturdukları fotoğrafı ve hep uzak kalmaya çalıştım. Yapamadım... Ellerindeki renkli balonların peşine düştüm, onlar patladı ben biraz daha büyüdüm sandım.
Şimdi güya kocaman bir kadın, kocaman bir anneyim ben...
Hala ağlıyorum BaLLım ağlayınca (ya da herhangi bir çocuk), hüzünle uçan üşümüş serçelere üzülüyorum hala.. Bir Türk filmiyle konuşuyorum yanımda biri varken bile. Taklitler yapıyorum kendime gülüyorum, kilotlu çorabı kafama geçirip tavşan oluyorum hala, dilimi burnuma değdirmeye çalışıyorum ofisin orta yerinde... En tuhafı ne biliyor musun?

Hala büyümedim ben...
Hala güveniyorum insanlara... HALA...




LinkWithin

Related Posts with Thumbnails