28 Mayıs 2010 Cuma

DOST dediğin....

..Sen dostumsun benim, gülünce güneşler açan,
Bulutlara, rüzgara asarım suretini her akşam,
Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar...
Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun ...
Unutma dostumsun sen, neredeysen orada ölmek isterim...

Ahmet TELLİ


Ayrılık acısı yaşarken ve kanarken yüreğin kimsenin anlamayacağı yaralarla, kendini ertelenmiş, örselenmiş ve itilmiş hissettiğinde tutyorsa ellerini sıkı sıkı...

Dostundur o senin..

Belki de en önemli Sığınağındır herkesten saklandığın...

Özledikçe yaklaştığın, yaklaştıkça sevdiğin, sevdikçe anladığın... En önemli hayat ayracın...

En sıkışmışlığının orta yerinde baktığın yerde duran, durduğu yerde sürekli gülücükler saçan/saçtıran...

Ağladığında, türlü çeşit oyunlarla kafanı karıştırıp, neye ağladığını unutturan...
Küsmelere, bakmalara, sevmelere doyamadığın... Biricik dostun...

Dostlar edinmeli insanlar... Kalabalıklaşmak için, sevgiyi çoğaltmak için; ileriye taşımak için. Çocuklarına dostluğu öğretmeli insanlar; kendini yalnız hissetmesin için, ağladığında gözlerini öpen birisi olsun için, güldüğünde ortalık inlesin için...

Dost kalmalı insanlar, savaş olmasın için. Hep barış içinde yaşamak için..
İnsan kalmak için...

İnsan yanlarımı unutturmayan, her daim yanımda olacağından emin olduğum biricik DOST'uma...




27 Mayıs 2010 Perşembe

DöN LütFeN...


Oğlum, göğsümün altında acıyan yaram, hasretim...
Henüz hiç anlamadığın ve anlasan bile anlamlandıramayacağın bir ayrılığın orta yerinde yanmakta annen. "Attaaa" diye sevindiğin uzun bir yolculuğa uğurladım seni neredeyse bir hafta önce.... Dikkatini çekerim "haFTa" dediğime; öyle bir hafta ki anlatsam anlatılmaz, anlatsam yüreğime sığmaz.
Neresinden başlasam da içimdeki zehirin birazından kurtulsam diye çaresizleniyorum şuanda inan. Evde bıraktığın yetim eşyalarını topladım birer birer elim gitmese de artık dün gece. Çünkü yüzünü bile çevirmediğin kırık tekerlekli oyuncak araban sesleniyor ara sıra, çünkü diz izi yapmış pijamaların bıraktığın yerde dalga geçiyor benimle... Topladım çünkü, en çok geceleri girdiğim senli krizlerde o çok sevdiğin legolardan ev yapamıyorum sen yokken. Sensiz bir sabah uyanacağımı hatırlatmasından nefret ettiğim için topladım her birini öpe öpe, seve seve...
Gittiğinden bu yana derin nefesler almamaya çalışıyorum, gökyüzüne bakmıyorum, fotoğraf çekmiyorum mesela, gülümserken çok çabuk ağlıyorum...
Sokakta, çocuğunun elinden tutmuş ama çocuğunun yüzüne bakmayan anneler görüyorum sıklıkla. Gidip hepsine aslında ne kadar şanslı olduklarını haykırmak istiyorum, aslında ellerinde tuttuklarının kendi mutlulukları olduğunu...
İnsanlar yanında olmadıkça anlarlar maalesef gidenin kıymetini... Sevgilisi olanlara en çok sevgilisi olmayanlar özenir, en çok yalnız kalınca dost özlemi çekilir, anne babasını kaybedince anlar insanlar ailenin önemini. Halbuki en çok yanıbaşındayken önemlidir sevgi...
Sana her bakışımda ettiğim şükür, hissettiğim "iyi ki"ler, yanımdayken ya da gittiğinde her daim hissettiğim hasretlik farkettirdi ki, sen kıymetlilerin de ötesindesin benim için. Ve ben seni doğurduğumdan beri, seni sevdiğimi anlamak için gitmeni hiç beklememişim.
Yokluğuna duyduğum bu kadar acı, abartı geliyor insanlara, geçer deyip öteliyorlar özlemimi.
Ben seni özlemekten ve her saniye seni biraz daha fazla sevmekten, kimselerden habersiz çantamda taşıdığım sen kokulu mendili içime çekmekten hiç vazgeçmiyorum kuzucuğum... Hiç vazgeçmiyorum saatlerce fotoğrafına gülümsemekten, seni öperek uyanıp, olmasan bile kafamdan uydurduğum "küçük balıkla küçük yıldız" masalını anlatmaktan...
Vazgeçmiyorum sana ağlamaktan, olmayışına küfürler yağdırmaktan...

Sesini duydum biraz önce...
İyice dillenmiş, söyleyemediğin cümlelerine yenilerini katmışsın.
Bizi (ama en çok babanı) özlemişsin...
Çok geziyor, çok yoruluyor, türlü şaklabanlıklar yapıyor, az uyuyormuşsun.
Sadece sesimizi duyduğunda bozuluyormuş moralin, evimizi arıyormuşsun o zamanlarda...

Mutluymuşsun çok, ne güzel... Telefonda ağlayan sesimin özlemek olduğunu anlamıyormuşsun...
Geceleri yatarken hatırlıyormuşsun en çok beni, "annem neeede" deyip anneannene anlattırıyomuşsun uydurduğum masalı. Ben gibi anlatmayınca huysuzlanıyor, uyumak istemiyormuşsun.
Demek ki sen de böyle özlüyorsun!
Özlemek nedir biliyorsun...

Bildiğin ne ki ÇocuK...? Bildiğin ne ki....
Özlemekten ölmekte annen...
DöN lütFeN....

24 Mayıs 2010 Pazartesi

ÖDÜLLÜ (yalnız) ANNE


Ah şu TİBET'İN ANNESİ yok mu???
Durduk yere ödüllendirmiş beni :)) Gerçi o ödüllendiriyorsa mutlaka vardır bir nedeni...
Aldım, öptüm, başımın üstüne koydum canım...
Çok güzel bir zamanda, çok iyi geldi bu suratı ısırılası ayıcığın :)
Aslında daha önce cevap vermeliydim ya, haklı sebeplerim var kendime göre.. Affet!!!

Şimdi benim bu ödülü 10 kişiye vermem mi gerekiyor?
Kimse kusura bakmasın, kimseyi ayıramam ben içimin gizli odasında. Beni takip eden, takip ettiğim, yanlışlıkla kendimi bloğunda bulduğum ya da yanlışlıkla bloğuma yüzünü çarpmış, kendine ve yaşadıklarına yazdıklarıyla herkese gelsin bu sevimli ödül...

İçimi bilirsin, kıyamam kimselere :))

Sevgiyle...

BirKaç (?) Gün...

Cumadan sarmıştı sıkıntısı boş evimizin... Ne yapıp edilmeli, bir yere gidilmeli ve mümkün mertebe unutturan zamanlar geçirilmeliydi..!


CUMA
Daha bir gün olmuştu oysa gideli... Birkaç İYİ adam (eşimin arkadaşları), cancağızım ve ben nicedir gitmediğimiz bir mekanda, nicedir etmediğimiz sohbetler ettik. Güldük mü? Güldük... En işime gelen de zamanın nasıl geçtiğini o sırada anlamamış olmam. Saate baktığımda o kadar sevindim ki :)
Cancağızımın annesine gittik uyumak için ama yine en korkulası zaman gelip çattı işte; UyuYamıyorum... Yerimi yadırgadım belki diye düşünüyorum, belki de yastık ince gelmiştir (?!)... Yok, yok; özlüyorum deli gibi işte. Kimi kandırıyorum?
Biraz kitap, biraz yazı, kendi kendimi bayıltıyorum yatak içinde...

CUMARTESİ
Çok önemli benim için birçok açıdan...
Tanımadan sevdiğim, acı gerçeğimi kaybettiğim gün 22 Mayıs... Belki de yüzünü görmediğim bir kahraman, sadece adını söyleyebildiğim...! Biliyorum o gün yağmur yağacak şakır şakır... Ama önemli bir işim daha var o gün; ruhuma ilaç gelecek, beni ben gibi dinleyecek, kendim gibi, içim gibi bir yürek bekleyecek beni, bildik bir mekanda.
Elimde papatyalar koşuyorum özlediğim dostluğa... Hava gri, hava puslu, hava açıklamamı bekliyor bugünün önemini. Açıklasam boşaltacak kendini ama kıyamıyorum cümlesini kesmeye, anlatamıyorum hikayeyi.
Neden sonra birşey oluyor ve aradaki tılsımı farkediyoruz karşılıklı... Şaşkın ama mutlu, heyecanlı ama sakin anlıyoruz birbirimizi. Yağmur boşaltıyor kendini üzerimize, her damla BABAM olup sarılıyor boynumuza. Gülümseten bir anlayışla direniyoruz yağmura...
Konuşacak ne çok şey var ve iyi ki konuşacak en doğru insan yanımda diye geçiriyorum içimden...
Zaman su gibi akıp gidiyor, sonra da O...
Gidişini seyrederken şükrediyorum dostluğuna.
Sevmese de ıslanmayı seçiyor o gün ve hikayesi adına...
Ardında sevinç, ardında hüzün ve tadına henüz doyulmamış bir yürek bırakarak...

Hiç ağlamadığımı farkediyorum o zamana kadar, yürüyorum yalnız sokaklarda, izin veriyorum kendime, AğlıYorum...
Uyutuyor beni bu ağlamak...


PAZAR
Bir sahil kenarında alıyoruz soluğu. Hava güzel, dünden kalma tatlar var ağzımın kenarında...
Nedeni belli bir uçuşma isteği içinde yüreğimin kelebekleri. Birkaç İYİ adam, cancağızım ve ben keyifli bir pazar sabahında, kahvaltı sonrası gidilen bir sinemayla sonlandırıyoruz günümüzü.
Evde yarım kalmış bir biberona aşık oluyorum, ters çıkarılmış bir süvetere, altı iyice kirlenmiş bir teki kayıp bir çoraba teslim oluyorum... Özlüyorum...

Gece kabus gibi geçmek bilmiyor... Uykusuz bir sabaha uyanıyorum...
Yorgun ama umutlu, beklemeye devam ediyorum...

Sevgiyle...


21 Mayıs 2010 Cuma

Çabuk DöNsün...

Gece salya sümük çıktığım hava alanından gelinceye kadar, eve nasıl gireceğimi düşündüm desem! Yavaş yavaş sürdü arabayı BaBacıK, biraz daha oyalanalım da eve girince daha fazla coşmayayım diye ama sonuç başarısız elbette!
Daha kapıdan girer girmez girişte bıraktığı ayakkabıları karşıladı beni, bomboş ve hüzün dolu, sahipsiz... Az ilerde büyük topu ve bisikleti, odaya ilerledikçe sanki kahrolayım için bırakılmış küçük küçük onlarca detay...
Ev ıssız, ev sessiz... Biz suskun ve kederli...


Hemen aklıma iyi şeyler getirmeye çalıştım, mesela döndüğünde beni ne kadar özleyeceğini ya da orada ne kadar eğleneceğini. Sonuçta gezmek için gitti dedim kendi kendime, gözüm uçağın iniş saatini kontrolde.
Anne olanlar bilirler (bu arada bazı insanlar anne olmasalar da bilirler!!!) çocuk doğurunca dış dünyayla bağlantını kesersin arkadaş... Arkadaşının yeni sevgilisi, gece hayatı, gezmeler, tozmalar, değişen moda ve türlü çeşit dedikodular seni hiç mi hiç ilgilendirmez. Varsa yoksa yeni eserinle ilgilenirsin. Eser diyorum çünkü onu Dünyanın bilmemkaçıncı Harikası olarak gördüğün için, sürekli seyretmek istersin. Koşa koşa ev gidersin dışarda işin bitince, vitrinde gördüğün herşeyi ona almak istersin, tatil ya da çalışma planlarını ona göre kurarsın, kısacası kendini ona adarsın seve seve... O hasta olmasın, o üzülmesin aman sakın ağlamasın, bir an bile yanımdan ayrılmasın ve bunun gibi bir dolu O'nlu düşünce.
Birgün işte böyle kısa süreli bir ayrılık geliverirse apansız, içi boşalmış balon gibi hissedersin kendini. O doğmadan önce ne yapıyordum acaba diye düşüncelere salarsın kendini. Hayat anlamsız, yaşanan olaylar boş gelir. Varsa yoksa O...

Ben de şimdi anlamsız ve bomboş hissediyorum, çok haklı bir sebebim var...
Alışmaya çalışmadan, sakin sakin beklemek lazım biliyorum ama O'nsuz atamayan yüreğime anlatamıyorum.
Orada kalacağı her güne ayrı bir plan yaptım eve girmemek için...
Allah sonumu hayır etsin...
BaLLımla hemencecik kavuşmak ümidiyle...
Sevgimle...



20 Mayıs 2010 Perşembe

GiTTi...

























22.55 uçağıyla giTTi baLLım... Allah'a emanet... Güzel güzel gitsin, güzel güzel gelsin...
Peki aNne nasıl dayansın?
bunu bilen beri gelsin...

içim yanmakta....

BeN FarkLı, SeN FarkLı...


Hiç unutmam!!!
Hamileliğimi öğrendiğimde aklımı oynatıyorum sanmıştım, herkes nasıl da delirmişti sevincinden. İnsan anne olacağını hesaba katıyor da, nasıl olacağını katamıyor maalesef. Ne acemilikler, ne saçmalıklar yaşıyor gene de öğrenemiyor doğru dürüst.
Bak mesela bana... Bu kadar çok seviyorum, güzeli, iyiyi, doğruyu yapmaya çalışıyorum güya; tek bir hareketimle POFFFF çuvallıyorum.
Doğuruyoruz ve kendimize benzetmeye çalışıyoruz. Ne saçmalık ama!!!
- dokunma oraya, ellerin kirlenir,
- bırak onu çok ses çıkarıyorsun,
- çıkma oraya düşersin,
- sen bırak, ben yaparım..... vs
annelik sandığımız bunca dayatmanın sonu nereye varacak bakalım???
Kardeşim iyi, güzel onu korumak için yapılıyor bütün bunlar ama çocuk bir-iki isyankar hareket yapsa avaz avaz bağrıyorsun.. Ayıp valla...

Ben yaptım... Maalesef dün bağırdım, yüzüne bakmalara kıyamadığım biriciğime... Neden? Sinirlendirdi çünkü beni aklımca, öfkelendirdi, dinlemedi sözümü... Peki, BaLLı bunun farkında mıydı? HAYIR... Durduk yere beni sürekli oynamaya çağırdığı için, çok fazla bağırdığı için ve ilgi istediği için bağırdım dün güleç yüzlüme...
Halbuki çocuk ne yapsın herşeyine "dur yapma" diyen annesiyle... Onun bana "anne yeter artık, ben senden farklıyım, dediklerini yapmak istemiyorum" diye bağırması gerekirken... Ah, nasıl oldu anlamadım işte, günahım büyük biliyorum. Nasıl özürler diledim, nasıl gönlünü almaya çalıştım bilsen. Hemen unuttu çocuk bu,
ben hiç unutmadım... İyi oldu bana...
Asla aklımdan çıkarmam artık, oğlumun da farklı bir şahsiyet olduğunu, benden farklı şeyleri sevebileceğini ya da sıkılabileceğini. Sürekli beni yanında istediği için benimle oyun oynamak istediğini...
Üstelik bugün anneannesiyle Konya'ya gidecek... 10 gün hüngür fışkırık ağlayacağımı bildiğim bir süreçte, bağırdım kuzucuğuma. Vicdan azabından içim eziliyor sabahtan beri...

Özür dilerim güzel gözlüm;
insanız işte ve bazen hükmedemiyoruz içimizdeki canavara... Dünyanın bütün yükü sanki bizim omuzlarımızdaymış gibi sizden çıkarıyoruz bazen sinirimizi. Halbuki gelişinizi camlarda kapılarda bekleyen bizler, hamilelik boyunca doğacağınız zamanlar üzerine hayaller kurar, en iyi anne/baba olma yolunda birbirimizle yarışırız. Dediğimiz olmayınca asıl oyunbozanlığı da bizler yaparız...
Asıl çocukluğu ben yaptım sana dün gece, bilerek ya da bilmeyerek farketmez. Kırdım belki de avucundan küçük kalbini incir çekirdeği sebeplerimle...
Sen kocaman bir çocuksun bilirim, affedersin farkında olan anneciğini...
Seni anlamaya çalışacağıma ve ben gibi davranman konusunda sana baskı yapmayacağıma, benden farklı olduğunu her zaman aklıma getireceğime ve sebepsiz üzmeyeceğime söz veriyorum anneciğim...
Ellerini kirletirsen yıkarım,
ses çıkarırsan dinlerim,
düşersen tutarım,
senin başarman için uğraşırım bundan böyle...
Asıl "annelik" bu değil mi zaten?
Ne çabuk unuttum :(




17 Mayıs 2010 Pazartesi

HAFTA SONU/SU..

CuMartesi günü bir akrabanın nişanı vardı, onca tadilat telaşının arasında hatır-minnet gitmek zorunda kaldığımız bir gün yaşadık. Nişan, alışılmışın dışında öğleden sonra bir düğün salonunda oldu. Hınca hınç kalabalığın arasında BaLLı'mla zorlanacağımı düşünmüştüm... YanıLmışım :)
Önce kalabalıktan ve sesten ürken BaLLı BaDemim, sonrasında müziğin ritmine verdi kendisini ve hepimizi dehşete düşüren dans figürleriyle gönülleri fethetti... O bangırtılı müzikte bir de uyku keyfi çekmez mi??? Şokumuz ikiye katlandı diyebilirim.. Bu çocuklar gerçekten inanılmazlar...

1 saatlik uykudan sonra kendimizi Beylikdüzü Migros' a attık, nefis bir yemekten sonra oyun parkına daldık. Çocuk olduğunu hatırlayan Bademimiz boyuna posuna bakmadan, kocaman jetonlu oyuncaklara binmek istedi. O kadar sevimliydi ki, bazılarına birlite binmek zorunda kaldık :) (ben de sebeplendim sayesinde) Ordan Darty'e gidip, ne zamandır almayı planladığım ama bir türlü alamadığım fotoğraf makinesinin peşine düştüm. Veeee sonunda makinemi aldım :))) (artık fotoğraflar bendennn) :))) Cumartesi bu kadar yoğun geçerken, Pazar gününün beni ne kadar yoracağını hesaba katamadım elbette.... Bütün Pazar gününü, evde tadilat sonrası temizliğiyle geçirdim :( o kadar çok yoruldum ki erkenden uyuya kalmışım. Korkunç korna sesleriyle uyandım uykumdan, meğer Bursaspor şampiyon olmuş... Bir Fenerbahçeli olarak kendilerini tebrik ediyorum ama şunu söylemeden edemeyeceğim ki, kocaman kocaman adamların sanki maaşlarını spor kulüplerinden alıyormuşlar da o yüzden bu kadar abartıyorlar görüntüsü beni çileden çıkarıyor. Unutulmasın ki futbol sadece bir oyundur ve 90 dakika sürer, sonrası saçmalıktır. Maç kaybedildi diye yakılan stadlar, etrafa ve insanlara verilen zararlar, sevinmek için ortalığa sıkılan kurşunlar ne demek oluyor? Şampiyonluk için mücadele edilir, biri şampiyon olur ve olay sonuçlanır hepsi bu... İnsanlıktan çıkmanın ne gereği var.
Dediğim gibi bir Fenerbahçeli olarak yaşanan bütün bu yaygaradan dolayı üzgünüm, keşke herşeyi artık dozunda bırakmayı öğrenebilsek ve adam gibi yaşayabilsek...

Sevgiyle...


14 Mayıs 2010 Cuma

BaşkaLarı ve HikaYesi....


Şimdiye kadar hiç görmediğimiz, hayatlarını hiç bilmediğimiz insanlarla karşılaşıyoruz gün içinde, hem de sıklıkla... Bazen yolda yürürken ya da otobüste, bazen ofisimizde ya da bir lokantada...
Baktığımız ama derinlemesine göremediğimiz insanların ne giydiği, saçını nasıl topladığı, ayakkabısının modeli ya da başka bir ayrıntısı dikkatimizi çektiği için bakıyoruz yalnızca. Bir kaç saniye hepi topu...
Başka hayatların hikayelerini düşünmek, büyükj külfet çünkü hepimiz için... Zaten hergün tonla yükün altında eziliyoruz (!) bir de başkalarını mı düşüneceğiz? değil mi ama...

2 insan hikayesi anlatmak istiyorum bugün sana.. Anlatacağım hikayenin kahramanlarını daha önce hiç görmedim ve hatta isimlerini bile bilmiyorum şuanda. Birşey vardı onlara bakınca içimi acıtan, beni hayatlarına bir mıknatıs gibi çeken birşeyler vardı mutlaka...

İşten yorgun argın çıkıp da otobüse bindiğimde yanıma oturdu ilk kahramanımız... Son derece yaşlı ama bir o kadar da sevimli bir amca. Kafasında bir fotr şapka, jilet gibi ütülenmiş beyaz gömleğinin üzerine kırmızı, beyaz, mavi enine çizgileri olan bir kravat takmıştı. Yaşlanmış gözlerini arada bir titreyen elleriyle silmeye çalışıyo, sürekli uzaklara bakıyordu. Otobüse ilk bindiğinde kendisini görememiş, yanımdaki kızın ona yer vermesiyle göz göze gelmiştim. Ufacık gülümsedi ve uzun süre kaldı dudağının yanındaki tebessüm. Nasıl bir baktıysam artık gözbebeklerinin içine, birden kendimi efsunlanmış gibi bambaşka bir yaşamın içinde buluverdim. Üst üste görüntüler görmeye, hiç tanımadığım sesler duymaya başladım.
Giyimine kuşamına bakılırsa tam bir İstanbulluydu kendisi. Ailesi çok iyi yetiştirmişti onu küçükken ve yakasındaki rozate bakılırsa Atatürk hayranıydı şüphesiz. Elleri bakımlı ve yıpranmamıştı, memur emeklisi diye geçirdim aklımdan. Eşini kaybetmiş olduğunu çok kuvvetli şekilde hissettiren hüzün kokusu burnumun direğini sızlattı yol boyunca.
Otobüse yalnız bindiğine göre işleri vardı çocuklarının, belki de kafa dinlemek için kaçmıştı onlardan. Belki bir lokalden dönüyordu günün yorgunluğunu atmış olmanın sevinciyle.. Sevinçli miydi gerçekten. Hiç mutlu bir ifadesi yoktu oysa, aksine dokunsam ağlayacaktı sanki... İçimde zaptdedilmez bir sarılma isteğiyle durmadan baktım kendisine.
Hikayesini düşündükçe, bu yaşa gelene kadar neler yaşamış olabileceğini hayal edip durdum. Kimbilir kaç kere aşık olmuş, kaç kere ağlamıştı sabahlara kadar. Nasıl evlenme teklif etmişti eşine? İlk çocuğunda tattığı babalık nasıl da yakışmıştı kendisine, şimdi bir de dede olmuştu muhtemel... Konuşsam ürkecekti belki de, kendisine yer veren kıza duyduğu mahçubiyeti hissedecekti. Belki de ilgilendiğim için sevinecekti.. Göze alamadan, tebessümle müsaade istedim durağa geldiğimde. Gözlerimle özür diledim (anladıysa) geçmişine yaptığım kısacık yolculuktan, habersiz misafirlikten... İnerken yaşadıklarının ağırlığı çökmüştü üzerime, sessizleştim... Bir hikayenin sonuna gelmiştim.

Eve gittim, tadilat bitmek üzereydi ama küçük beyimizin canına yetmişti anlaşılan. Gitmek istediği parka götürmek için ne kadar da yorgundum oysa... Söylesem anlar mıydı?
İstediği büyük parkla gittik... BaLLı sallanırken yanındaki salıncağa bir kız oturdu. Yaşı, o salıncak için hayli büyüktü ama vücudu küçücük... Otistikti doğuştan, bir akraba evliliğinin hazin sonuydu anlaşılan. Kendi kendine sallanmadan öylece duruyordu salıncakta, kimse farkında değildi sessizliğinin... Bankta oturan anne/babalar kendi çocuklarıyla meşguldüler. Ben kıza bakıyordum, otobüsteki amcaya baktığım gibi hem de... Arada sırada o da bana bakıyor, hafifçe gülümsüyordu. Neden sonra "annem gelecekti, gelmiyor" dedi... Annesinin ondan daha önemli ne işi olabilirdi ki? Neden yanında değildi? "Şİmdi gelecek, merak etme" dedim onu sakinleştirmek için. BaLLımı tanıyan birkaç küçük çocuk beni ondan korumak için yanıma gelip "hasta o, dinlemeyin onu" dediler, içim ezildi... Belli ki diğer anneler çoktan gözden çıkarmıştı engelli kızı ve kendi çocuklarının onunla konuşmasını dahi sakıncalı görüyorlardı.
Oysa buram buram bir sakinlik vardı kızın üzerinde, diğerlerinden daha zararsızdı üstelik. Bu yaşa gelene kadar neler yaşamış olduğunu düşündükçe hem üzüldüm, hem de sinirlendim anne/babasına elimde olmadan. Dayısının oğluna kaçan, teyzesinin kızıyla evlenen insanların bu hayatları çocuklarına yaşatması durumuna isyan ettim içten içe... BaLLı oğlum da ona bakmaktan kendini alamıyordu, farklıydı çünkü diğerlerinden ve durmadan "anneeeee nerdesin" diye bağırıyordu avazı çıktığı kadar... O bağırdıkça eksiliyordum sanki, daha bir yaşarıyordu gözlerim... Böyle ne kadar vakit geçti hiç bilmiyorum, derken annesi geldi. Yaşlıca, güler yüzlü bir teyzeydi gelen. Annesini görünce attığı sevinç çığlığını ölsem unutamam. "Annneeeeeeeem oleeey" dedi ve hemen bana gösterdi. Coşku içinde sallamaya başladı annesi gelir gelmez kızını. Düşündüklerim için kendimi suçlamadan edemedim... Evlattı en nihayetinde... Bazıları kendi kaderlerini seçmekte herkes kadar şanslı değildi. El sallayıp, öpücük verdik oğlumla, oradan ayrılırken.

İçine girdiğim hikayeler ağır gelmişti eve yaklaşırken... Önümde koşan oğlumun arkasından bakarken kendi hikayemi düşünmemeye çalıştım. Başkalarına bıraktım... Şükrettim yol boyunca yaşadıklarıma, yaşamadıklarıma...
Oğluma sıkıca sarıldım, erkenden yattım...

13 Mayıs 2010 Perşembe

GüN Aydı bende, Sayende :)


1 haftadır evdeki tadilat canımıza yetti..! Üstüne bir de BaLLı'nın çılgınlıkları :) zavallı anneciğimin saçları diken diken... Bugün parkeler de değişince artık (umarım) sadece temizlik faslı kalacak geriye.
Yazmak istediğim bir sürü şey var aslında sana...
İşimle ilgili, İÇİMle ilgili...

Ama sana söylemek istediğim daha önemli birşey var oğlum;
Dün ne ne kadar büyüdüğünü fark ettirdin bana. Cümlelerin artık oldukça uzun ve anlamlı, hiç susmuyorsun anlatmak istediğini karşındaki anlayana kadar :)) (Allah Allah kime benziyor bu çocuk?) Duyduğun herşeyi çok tatlı tekrar ediyorsun ve dilin dönmediğinde kendi kendine gülüyorsun... Fazlasıyla haşarı bir çocuk olduğunu söylemek zorundayım, çıkardığın sesler yüzünden sitede imza kampanyası bile başlamış olabilir :)) haddinden fazla inatçısın, dediğin yapılana kadar feci şekilde üsteliyor; yapılmadığında kendini yerden yere atıyorsun... Ortada hiçbirşey yokken çığlık çığlığa bağırıyorsun, hem de kulakları yırtarcasına bir çığlıkla... Sürekli gezmek istiyorsun, üstelik arabada ve öne oturmak koşuluyla :)

BaLLı: "anne ababayla paaka didelim, öne otuucam, öneee"
anne: "tamam annecim ama parka arabayla gidemeyiz, hele öne oturmana imkan yok. "
BaLLı: yaaaaaııııığğğğğğğğğğ (yere yatar yüzüstü, ayakları vurmaya başla)
anne: "belki parktan sonra jetonlu arabalara gideriz?"
BaLLı: "jitoylu ababaaaaa (sevimli sevimli gülerek)
:)))

Bütün oyuncakların kırık, eksik, paramparça... Bütün oyuncakların dediğime bakma, senin oyuncakların arabalardan ve motorlardan ibaret çünkü :) haa bir de tamir aletleri... Nerede bir araba görsen aldırdığın için evimiz oto sanayiiye dönüştü...
En kötüsü de ne biliyor musun? YEMEK YEMİYORSUN... :( Yemek tabağını görür görmez basıyorsun yaygarayı. Gerçi anneannen sana bir şekilde yemen gereken özel karışımları (balık kafası çorbası, kemik suyu, bıldırcın yumurtası.... vs) senin kafanı karıştırıp yediriyor :))) farkında bile değilsin... Şu sıralar bıraksak sadece sosisle beslenecek durumdasın çünkü...
Beni işyerimden günde en az 3 kere arıyorsun, yanında gördüğün herşeyi anlatmaya çalışıyorsun "anneee bak tootuk (koltuk), anneee bak büyük ababa, baak kangon (kamyon), anneee fayk vay aç (Ceza- Fark Var)"

Sokağa çıkıp da elimden tutarak yanımda yürümüyopr musun? eriyip bitiyorum işte o anda... Hayatım boyunca hayal ettiğim herşeyi şu kadarcık boyunla nasıl başarıyorsun acaba?
Ve bu kadar tatlı olmak zorunda mısın sen?
Bana yaşattıkların için çok teşekkürler Hayatımın baLLı Parçası...
Seni çok seviyorum...



11 Mayıs 2010 Salı

BaLLı'dan İnciLer :)

Bu şarkıyı eminim çok iyi biliyorsun :)) pardon bildiğini sanıyorsun...! Doğrusunu bir de bizden dinle bakalım... Var mı bizden güzel söyleyeni eeey ahali...

NOT: Dinlerken, yapılan hareketlere de dikkat edelim lütfen... :)) İyi seyirler

BALLI FİLM GURURLA SUNAR :)))


9 Mayıs 2010 Pazar

En GüzeLi...


Bu dünyada başıma gelen en GÜZEL şeysin sen...
Eğer bir ödül varsa insanı bulacağı düşünülen, en büyük kanıtısın sen...
Bana sadece "anne" olmayı değil "insan olmayı" öğreten, küçük öğretmen :)
Seni bu hayattaki herşeyden daha çok sevdiğimi sakın aklından çıkarma...
SEN benim biricik hediyemsin, kıymetlim, BaLLı BaDemimsin...
İyi ki varsın güzeller güzelim... Şükürler olsun senli günlerime...
ANNELİĞİME...


Bu arada sarı takıma dikkatini çekerim... Üzerinde diş izleri olabilir, zira giydirdikten sonra hayli dişledim... :)))


ÇOK ÖNEMLİ NOT: Eşimin oğlum adına bana aldığı hediyeyi merak eden kalmasın diye açıklıyorum.... Ben de inanamadım ama... (ne demek istediğini anlayan varsa beri gelsin)... Bir daha Recep Usta gibi her işe koşmasam iyi olacak sanırım... O zaman belki daha hatun işi hediyeler alabilirim....
- Teşekkür ederim kocacığım.. Bu hediyenle sana layık bir eş olmaya çalışacağım.....!!!!!

OYY, benim dertli başım.... :(



7 Mayıs 2010 Cuma

HepiniZ İçiN....

Tanıdığım, tanımadığım bütün ANNELERE... Ve tabii ki canımmm ANNEME....
Gününüz kutlu olsun... Ve tabii ki benim ki de :))))

Sevgiyle...

!!!DOKUNMA!!!




Bir çocuk, zorluklarla dünyaya getirilen...
Annesinin/babasının biriciği, el bebek gül bebek büyütülen, yakın çevresi tarafından çok sevilen; küçücük, masum, habersiz... Tek derdi yiyemediği çikolata ya da alınmayan top belki de...
Onunla uyanıyor annesi sabaha, onunla geçirmeye çalışıyor bütün saniyelerini, ömrünü ona adıyor. Babası bütün gün onun için çalışıyor, para kazanıp ona top alacak tatil gününde birlikte oynamak için...

Günlerden bir gün, hiç ummadıkları bir karanlık sarıveriyor her yanı... Neden olduğunu anlamadıkları bir huzursuzluk evlerinin damlarına çörekleniveriyor. Çocuk mutsuz, huysuz, tepkisiz... Anne/baba meraklı, huzursuz... Acı gerçek yanıbaşlarında her geçen saniye... Çığ olup büyüyor anlaşılmayan keder...
Çocuk, içindeki çocuğu da öldürerek devam ediyor büyü(tül)meye! Ve belki de bir gün hiç ummadığın bir yerde sıkıştırıyor herkesi acımasız zamanlar.
Gerisi çaresizlik...


Eyyyyy insan olmaktan çok uzaklarda, şerefsizliği arşa ermiş, aşağılık herif... Birgün seninle yüzyüze gelmek için inan neler vermezdim. Dökülmesine fırsat verdiğin her gözyaşının hesabını nasıl ödetirdim sana, nasıl tükürürdüm suratına... Bakmaya kıyamadığımız, sevmelere doyamadığımız yavrularımızı senin gibiler için büyütüyoruz öyle mi? Sen gibiler için canımızdan can vermeye çalışıyoruz? Boşu boşuna o ağlarken biz kahroluyoruz, güldüğünde ömrümüz uzuyor öyle mi?
Artık bu kadar canavarlaştınız ha gerçekten? Sizi de bir ananın doğurduğu ne zaman çıktı o küçücük, gelişmemiş beyninizden? Küçükken yaşadıklarınızı, mutluluklarınızı, mutsuzluklarınızı ne zaman unuttunuz?
Tek dileğim sizleri, anaların ellerine vermeleri... Çünkü sizi hapis, idam paklamaz...
Dokunduğunuz her minicik yavru için, her iki dünyada cayır cayır yanmanızı diliyorum bir anne olarak -ki karıncaya dayanamam.
Şimdiye kadar sizden korkan ya da bir şekilde bu durumdan kaçan aileler artık akıllandı haberiniz olsun...
ARTIK KORK BİZDEN....
ve DOKUNMA miniciklerimize....


NOT: BURAYA tıklayarak bu kampanyaya katıl ve çocuklarımızı koru...


6 Mayıs 2010 Perşembe

Yeni Tanışık MİMLEMELER :)


AYDANATLAYANKEDİ beni mimlemiş :)
hiç tanışmadığımız halde üstelik... Bayıldım bu fikre aslında, düşünsene hiç tanımadığın insanlar bir şekilde sana ulaşıyor ve sana yeni kapılar açıyor... Heyecanlandım doğrusu ve beni seçtiği için çok sevindim.. (teşekkürler :) aydanatlayankedi)

Efendim bu MİM'in sırrı şurada ki, izleyicisi olduğun üçüncü bloğun sayfasına girip izleyicilerinden birisini seçiyorsun, bloğunda yazdığı bir yazıyı gözüne kestirip, hoşuna giden cümlelerini bloğunda paylaşıyorsun ve tabii ki yorumunu da ekliyorsun. Yazdığı en son yazıya mimlendiğini haber veriyorsun ve tabii ki yazdığın yazıya yazanın linkini de ekliyorsun, hepsi bu :)))

Ben de izlediğim üçüncü blog olan sevgili ***ELİF..den*** in bloğuna misafir oldum, ne kadar sevildiği izleyicilerinden belli oluyor. Zira, aralarından hiç tanımadıklarımı seçmek hayli zor oldu... ama birisi vardı ki, sıcacık geldi okuduklarım... sevgili GÖÇEBE ZAMANLAR okudukça meraklandıran bir tat bıraktı içimde. Hele hele DUR ÇOCUK!..BEKLE! yazısı çok etkiledi....

Böylelikle hiç tanımamış olduğum bir bloğu durduk yere MİM'lemiş oldum :) ne güzel...

Sevgimle....


5 Mayıs 2010 Çarşamba

FazLasını İsteme YavruCuĞuM...


Çok fazla param olmadı benim... Artmadı mesela, çoğalmadı olduğu yerde, fazla hayallenmedim trilyoner olmak gayesiyle. Olanıyla yetindim, görmezden geldim, kimseye muhtaç olmamak umuduyla çalışarak sevdim cüzdanımda bana kendimi iyi hissettiren liralarımı...
Çok küçücük bir çocukken annem "bugün paramız var mı?" diye sorduğumu anlattı. Eğer "evet ama ne isteyeceksin?" derse istediğim şey de sadece horoz şekeri... Gülümseyerek anlattığı hikayeleri dinlerken daha da tanıdım kendimi. "Ne güzel" dedim kendi kendime, istikrarlı gidiyorum...
Neden bunlardan bahsettiğimi merak ediyorsun haliyle...
Etrafıma baktım bugün yine çünkü... Şöyle bir tanıdık tanımadık insanların hayatlarına misafir olma fırsatı yakaldım diyelim. Herkesin gözü diğerinin cebinde olunca mı bitti dostluklar? Paralı aşkların arasına sıkışınca sevda bizi terk edip gitti demek ki... İki gönül biraraya gelince kredi kartlarının limitleri konuşuluyor artık, acıyorum...
Ağzına attığı lokmaya şükretmeyen insanların üzerine aldığı giysiler yarıştırılıyor şimdilerde...
Kahroluyorum...

Akşam eve giderken 1 kilo domates, bir kutu süt, 2 ekmek aldığı için sevinen insanlar nerelerde?

Canım yavrucuğum, sakın ha paranın peşine düşmeyesin...
Yeterince çalışırsan ve emek verirsen o gelip seni bulur meraklanma. Sen bulmaya çalışırsan, hırslandırır, insanlıktan çıkarır.
Onurundan, gururundan, şerefinden, namusundan vazgeçme...
Özellikle sevmekten, en çok sevmekten...

Benim gibi....


3 Mayıs 2010 Pazartesi

Bi Sen Eksiktin!




Sabahtan beri bu şarkıyla geziyorum... Hayırdır İnşAllaaaaah, hayırdır İnşAllaaaah!!! Ne ola ki??




LinkWithin

Related Posts with Thumbnails