28 Nisan 2010 Çarşamba

KIRKLARELİ'nde 23 NisaN...

23 Nisan oralarda kutlanır zaten ezelden beri... Benim bütün çocukluğumun 23 Nisanları oralarda saklı.
İstedim ki güzeller güzeli oğlum, BaLLı'm da annesi gibi "bayram yeri"nde soluklasın oraların havasını... Yaşıtlarıyla elele tutşsun, bayrak sallasın, balonlarla dolaşsın, çimenlere yayılsın.......
Tam da öyle oldu :))
Nasıl sevindi, nasıl coştu bir görsen...
Önce Kırklareli'ne (biricik dayıma) gittik. Dayımın güzeller güzeli kızı Zeynebimle kudurdu bir süre, ama ne kudurmak. Dur, durak bilmeden, iki dakika dinlenmeden. Sonra da dooooğru tören yerine.
Abilerini, ablalarını dans ederken görünce sevinci tavan yaptı resmen, babacığının omuzlarında.
Neyse çok fazla söze hacet yok!!! Nihayet fotolar geldi ve işte 23 Nisan BaLLısı :)))


ZEYNEP'çim (BaLLı deyimiyle BEYBET) :)) bayram yerine yürüyüş....

GÜLÜMSE oğluşum, çekiyoruuuuuum :)))

Pür dikkat izliyoruz abi/ablalarımızı :))) ama babamızın boynu altında kalmış :)))

Ellere dikaaT :))))




Anne muTLu, BaLLı muTLu :)))


Canım Dayım, BaBa YaRım.........


Elini tutmak ne mümkün :) babası mücadelede :)))

Yeşil çimen üzerinde, üzerindeeee... Aşık oldum ben sanaaa :)))

Madem çocuk bayramı, o zaman parksız olmaz :))

Beybet'e (Zeynep'e) pembe, BaLLı'ya mutlaka turuncu balon :))

Ve eve gitmeyen BaLLı, fıskiyeli havuzda oyalanır.... :))))

MUTLU SON.....

NOT: Bu arada söylemeyi unuttum, BaLLı anneannesiyle büyükannesinde kaldı... Haftasonu babasıyla gidip alacağız... Yani yine çocuk giTTi, kadın kaLDı :(


22 Nisan 2010 Perşembe

SüleymaN'daN SevGiLeR :))


23 NİSAN KUTLU OLSUUUUUUUN :))))

23 Nisan'da Bu Blog da ÇocukLarın...


Gün geçmiyor ki yeni birşeyle karşılaşmayayım!

Meğer öğrenecek ne çok şey varmış arkadaş... Okudukça, araştırdıkça, meraklandıkça ve önemsedikçe daha bir insanlaşıyor ruhum.

Sevgili VERAGO' yu nicedir takip ederim, bloğuna ve hele eklediği fotoğraflara bayılıyorum. Üstüne üstlük son derece sağ duyulu ve hassas bir insan. Bunu 23 Nisan konulu yazısında bir kez daha kanıtlamış oldu. Gerçi heberim olmadan bir sürü arkadaşım bu olayın içindeymiş zaten ya, orada rastladım...
Ne kadar harika bir organizasyon :))) ben daha önce nasıl da duymamışım?!
Şimdi hazır duymuşken, katılmadan yapamam doğrusu...
BaLLım için bu kadar önemsediğim 23 Nisan'ımızın BüTüN çoCuKLaRa armağan edildiğini unuttum mu sandın?
Minik minik boyları, çakmak çakmak bakan gözleri, akıl almaz zekaları ve muhteşem kıyafetleriyle yarın muazzam görüntüler sergileyecekler.
Oğlum abilerini, ablalarını Kırklarelin'de izleyecek yarın. Aile turuna çıkıyoruz bu akşam saatlerinde :) önce dayımlara, sonra da anneanneme gitmeyi planlıyoruz. Çünkü ben her 23 Nisan'da oralardaydım ev çocuğum da aynı duyguları yaşasın istiyorum. Çok mutlu oluyorum düşündükçe....
Bak yaa, konudan uzaklaşıyordum neredeyse :/
Diyeceğim odur ki arkadaş, "23 Nisan' da Bütün Bloglar Çocukların"; katılmak istersen 23nisanblog@gmail.com adresine "TOHUM" başlıklı bir yazı göndermen yeterli oluyormuş.
Bu konuda bilgilendirdiği için blog dostu Verago'ya, benden önce bu konuya duyarlılık göstermiş tanıdığım tanımadığım tüm hasssas yüreklere ve tabii en çok da bu mutluluğu bize yaşatan biricik ATA'ma sonsuz teşekkürler...
Sevgiyle.....

21 Nisan 2010 Çarşamba

HastaLık ve PsikoLojisi

Birşey sorabilir miyim?
hastalanan çocuklar/insanlar neden illa ki huy değiştirmek zorundadırlar? Neden söyledikleri/istedikleri hemen olsun diye beklerler? Neden saçlarını diken diken yapıncaya kadar uğraşırlar?
O sırada sen ne durumdasın?
Ne kadar yorgunsun?
Tahammülün ne durumda?
kimse sormaz Maşallah...
EL İnsaF...
Hem zaten hasta olan insana acıyan tarafların o kadar çok ağır basar ki, sürekli onunla ilgilenmek için çaba gösterirsin. Eh bir de sen tüy kondurursan olmaz ki? Dii mi ama?!
Mızmız BaLLımız iş başında şu sıralar; anneannesinin saçlarını ayağa diken çocuk bir de karşısına geçip;
- "aaa bak anane, helikopteeer" diye dalga geçiyor bu sıralar :)))) (laf aramızda güzel espri)
Burnu dolu, ses değişmiş, baygın bakan gözlerle içinin yağlarını eritirken sınırsız istekleriyle çileden çıkarıyor birkaç gündür. Üstüne üstlük kalıcı azılarımız da ağzında güller açtırmış yavrucuğumun. Oysa ne tatlı zamanındaydı bir bilsen, yarım yamalak cümle kurma çabalarıyla...
Hastalık gitti, huyu kaldı... Herkes deli pervane etrafında...
Koca da hasta ama ayakta atlatıyor Allahtan.
Hayır ben de üşütmüşüm, kimseye nazlanamıyorum ki! Hakkım değil mi halbuki şöyle güzelce yüzümü buruştura buruştura, acınası bakışlarla canım çekenleri istemek :/
Bir dakka yaa, demek ki hastalık psikolojisi diye birşey var gerçekten....! benim bile fantazim buysa BaLLı canımıza okusa yeridir değil mi yaa? :)))) hem o bizim birciiiiiiiğimizzz... Kurban olsun anacığı ona, mızmızlığına...
----------
Olsun ben gene de içimden geçenleri biri gelip yapsa diye bekliyorum harıl harıl çalışırken...
Sesimi duyan yok mu yani şimdi???
Yazık değil mi ama bana?

20 Nisan 2010 Salı

Yanlış Anlama

Ah benim canlarım, canlarımın içleri güzel dostlarım... :)
Nasıl da telaşlanmışlar yine bulutlandım zannedip. Korkmayın yahu, iyiyim kötü birşey yok çok şükürler olsun.
Gerçi olmadan olmaz ama o eski halet-i ruhiyemden eser yok şimdi dertlenmeyin sakın!
Şimdi uzun uzun anlatamayacağım bir konu üzerinde kafam karışık dedim sadece, bir de baktım candostlar işkillenmiş :))))

demek ki neymiş? açıklayamayacağın konuları ima yapmaktan kaçınmak gerekliymiş....
Yine de gerekli hassasiyeti gösteren ve beni ilgisiyle şımartan tatlı dostlara kocaman öpücükler :)

-----------------
Bu arada sen misin yazlık sezonunu açan?
İşte böyle olursun ailece :(
Kadın hasta
Koca hasta
BaLLı hasta......

Bir yandan da derginin son telaşları...
Ah, benim dertsiz başım... Hadi biri bir güzellik yapsın, hadi....

sevgiler....

19 Nisan 2010 Pazartesi

Bir Garip Seher....

Kafam karışık, kafam... Öyle bir yerinde duruyorum ki hayatın ne desem yönlendirmiş olurum bu saatten sonra.
Hani şu kitaplar var ya, kötü elektrik yayarsan kötü şeyler olur falan diye sayfa sayfa anlatan... Kendi kendime diyorum ki, nasıl bir enerji taşıyorum ki sadece pozitif şeyler yaşayamıyorum. Gerçi hayatın kuralı bu dostum, azcık iyi yaşarsan azcık kıvranacaksın. Kıvranmadan anlayamazsın hayatın sana daha önceden verdiklerini.
Ama bu kadar mı olur kardeşim? tam bir yerinde yakaldım seni hayat diyorum, çözdüm sırrını.. HOOP başka bir yerden enseliyor fark ettirmeden.
Allah sonumuz hayır etsin diyorum, bakalım zaman gösterecek... Olursa söylerim...
----------------------
BaLLı' ya gelince; anlatılacak o kadar çok şey var ki inanamazsın... Artık kocaman cümleler kuruyor gözümün ta içine baka baka. Müthiş keyifli mimiklerini de arttırmış durumda hınzır.
Camda bekliyor annesinin eve dönüşünü. İş yerimi en az 3 kere aratıyor anneannesine, konuşmazsam telefona küsüyor :)
Akülü arabasıyla havasından geçilmiyor beyefendinin. Kullanmayı ne zaman öğrendi, inan ben de bilmiyorum. Gaza basmalar, manevra yapmalar, ayna düzeltmeler... daha neler neler...
Ha, bir de unutmadan, şarkı söylemek öğrenmiş gözümün nuru. Yükleyebilirsem "bir gün bir gün bir çocuk" adlı eserini en kısa zamanda paylaşacağım :)
Araba ve motor tutkumuz devam ediyor. Sadece arabalarıyla oynuyor..
Bana gelince, bir garip seherdeyim..
:))
ama gene de sevgiyle....

16 Nisan 2010 Cuma

Yaşasın Yazlık GünLeri

Foto:DeviantArt
Merhaba,merhaba, merhabaaaaa :)


Uzun bir aradan sonra kucak kucak sevgi gönderiyorum sana...

Öyle yoğundu ki işlerim, öyle kafa patlatıyorum ki yazdığım yazılara, öyle telaş içindeyim ki dergiyi yetiştirmek için ne desen haklısın. Çok ihmal ettim seni....

Ama bak artık bahar geldi, mis gibi bir hava var dışarıda, leylekler geri döneli çok oldu. Yüzünde benimki gibi nedensiz bir gülümsemeyle dolaşıyorsan, için bir çocuk kadar heyecanlı ve sabırsız, yüreğin herkesi içine alabilecek kadar geniş geliyorsa, hiç tanımadığın birini bile sevmek duygusuyla uyanıyorsan sabahları sana da bahar gelmiş demektir. Şanslısın :)


Bugün "Geleneksel Yazlık Günleri"ni başlatıyoruz... Hatta şu saat itibariyle BaLLı yazlıkta ve yeni akülü arabasının tadını çıkarıyor. Ah, ne mululuk onun için... Utanmasa arabada uyuyacak bu sıralar. Hazır yeri gelmişken akülü arabanın hediye edilmesi hususunda özel kişilere teşekkürlerimi belirtirim :)))


Sana gelince; çık bu hafta dışarıya ve kendin için birşeyler yap. Bu haftasonu sadece kendini ve sahip olduklarını düşün. Hep gülümse......


Benim gibi... :)))

sevgiyle kal....


10 Nisan 2010 Cumartesi

YAZIK...

foto: deviantART



"Kadın"lar gördüm bugün... "kadıncık"Lar...



ÜzüLdüm...




Aynaya bakmaktan, hayata gelme nedenlerini unutan ve belki de hayatın bütün anlamlarını yok sayan kadınlardı her biri..


Eşlerinin cüzdanlarına koydukları paraları çocuklarının gülümsemelerinden daha çok önemseyen, zeytinyağlı enginarı pişirirken mutluluk duyamayacak kadar mutfağa uğramayan kadınlar....




Anneliği sadece çocuklarının doğum günlerinde hatırlayan ve kuaföre gidip saç yaptırarak öne geçmeye çalışan, aldığı hediyelerin hediye fiyatının ağırlığıyla diğer anneleri ezmeye çalışan, gülümsemeyi sahte sırıtmaların arasına sıkıştıran, tanımadığı insanlara güzel iki cümle kurmaktan yüksünen kadın (!)Lar....






Evet, hepsi de kadındılar...




Ben de tam yanlarında duruyordum, yanı başlarında....


Ben üzüLdüm bugün onlar için, onlar utanmadıLar....!




Ve ne kadar çok "kadın" olduğumu, nasıl samimi bir "eş" ve sevgi dolu bir "ANNE" olduğumu fark ettiğimde, yüreğimdeki bütün kelebekleri gökyüzüne salıverdim..




Sevgisiz, riyakar ve hazırcı olmadığım için şükrettim Tanrıma...


Onlar mı?


sözüm ona MuTLuydular!!!!




8 Nisan 2010 Perşembe

O'na...


foto: deviantART

Birini düşün;

ama öyle herkes gibi olmayan biri olsun... Hani şu çok farkında ve hayatı dibine kadar tatlı tatlı yaşamaya çalışırken onun bunun derdini kendine dert yapanlardan.... Ne yaşarsa yaşasın şikayet etmeden yaşayan, yüzünde daima kimselerin anlamaya bile uğraşmadığı bir gülümsemeyle dolaşan...

Tanıdığı/tanımadığı herkeslere yardıma koşan, sürprizleri seven ve bu konuda çok başarılı olan, çocukları ve fesleğenleri çok seven, yaratcılık konusunda eline su dökülmeyen....

Düşün, düşün; iyi düşün... yok mu böyle bir tanıdığın?
Gerçekten mi?
Benim tete'm olur kendisi... BaYKo tete'm... biricik TeTe'm...
Doğum günü bugün kendisinin...
tanrının o nu bize armağan ettiği günü yaşamak hiç bu kadar ağır gelmemişti bana bugünkü kadar... (anlayan anladı!)
ÇOK SEVİYORUM SENİ,
NE OLURSA OLSUN, NE YAŞARSAN YAŞA HEP AKLIMDASIN...
ÇOK ÖZELSİN...
ve İyi ki varsın.. İyi ki...
NiCe GÜZEL yaşlara, hep birlikte.....

7 Nisan 2010 Çarşamba

Sanma Sakın...


Evet;

durmadan çalışmak, yetecek kadar para kazanmak ve belki de herşeye zaman ayırmak zorundayım. Bu sıralar zaman böyle geçiyor diye, seni ihmal ettim sanma sakın :)

Seni takip ediyor, görüyor, duyuyorum...

Sürekli olamasa da, bollukla senin yanında olmaya çalışıyorum.. Enerji üretmek için vitaminler alıyorum, sürekli gülümsüyorum, hep iyi şeyler getiriyorum aklıma...

Biliyorum sen de oralarda bir yerlerde, benimlesin..

Daha ne olsun ki :)

Şuanda beni okuyorsan bil ki seni seviyorum....

Hayatı seviyorum...

Sevgiyi en çok...






1 Nisan 2010 Perşembe

BüyüKada KaçaĞı :)

Aslında ne zor oldu karar vermek... Vicdanla ihtiyaç arasında sıkışıp kalmak ne çok yordu beni (bilenler bilir)...
Karar verdiğimde içimde anlaşılmaz bir tedirginlik vardı hala içimi kemiren ama ittirip bir kenara herşeyi göze aldım işte... Sevdiğim bir arkadaşım da bana eşlik edeceğini söylediğinde "Allaaaaaaah" dedim, tutmayın beni..
Cuma 19. 50 vapuruna bindik Kabataş'tan. Beni görmen lazım; ilk defa deniz görmüş, ilk defa bir deniz taşıtına binecek der gülersin. Hava nasıl soğuk... İçeri oturduk haliyle ama cam kenarı olsun istedik, nerdeeeeeee? herkes öyle bir hücum etti ki birden bire ben apışıp kalmışım ayakta, arkadaşım kendine yer buldu bir cam kenarında (gerçi ben o kadarına bile razıydım) iliştim yanına. Bu arada ortalarda gezinen dünya sevimlisi bir çocuk BaLLım tadında...
Hah dedim kendi kendime, "dakka 1 gol 1"
ben vicdan yapmamak adına içimdeki canavarı hapsetmişken gözümün önünde bana el sallayan dünya sevimlisi çocuk da ne demek oluyordu şimdi?
Bir müddet görmezden gelmeye çalıştıysam da, anne yanım onunla oynarken buldu kendini...
Karşımızda tuhaf bir kadın, karşı çaprazımızda çocukları çığlık çığlığa milleti rahatsız ederken kılını bile kımıldatmayan İranlı bir aile, en köşede yaşlı ama belli ki İstanbul beyefendisi bir amca...
Hep birlikte 1 saat 15 dakika sürecek bir yolculuğun birbirini tanımayan yolcularıydık...
Sanki 1 saat daha gitsek hepimiz birbirimizi tanıyacaktık...
Saçma sapan bir sürü şeye güldük arkadaşımla... Ama tahmin bile edemezsin gülme isteğimin yoğunluğuna.
"tamam" dedim... Güzel başladı güzel devam eder artık...
İndiğimizde hava kararmıştı çoktan, genzimizi yakan keskin bir gübre kokusuyla irkildik.. (e her taraf fayton, her taraf at) Otelimizi aramaya koyulduk, zira hiçbir yer bilmiyoruz.
Otelin önünde oteli sorduk inanır mısın? :))
Küçücük, tertemiz, sessiz sakin bir otel (diğer yazıda linkini vermiştim) Odamıza yerleştik güzelce... Baktım hala iyiyim :) biraz dnlendikten sonra dooooğru sahil kenarı restorantlarından birine...
Oturduğumda nerde olduğumu hala anlamadığımı farkettim...
Rüya ile gerçek arası, uyur/uyanık bir halet-i ruhiye içersinde etrafıma baktığımda farkettim denize sıfır, harika bir manzaraya karşı yemek yediğimi...
Sonrası sohbet/muhabbet... Gülmek/ağlamak... Konuşmak/susmak arası gidip gelmeler...
Sabah uyandığımızda içimde çoktandır rastlamadığım bir huzurla karşılaştım. Selamladım buyur ettim içeri. Geldi ve bir daha terketmedi beni :) şükürler olsun....
Belli ki o gün gezilecekti karış karış bütün Büyükada...
Faytona binilecekti, kitap okunacak, biraz güzellik uykusuna yatılacak ve belki hiçbir şey düşünülmeyecekti...
Faytonda aldık soluğu,
aman ALLAHım.. O ne güzellikti öyle... Nasıl bir cennetti ki, henüz zarar veren insanlar keşfedememişti. O muhteşem evlerde kimler kalıyordu? Nasıl ve ne zaman sahip olmuşlardı böylesine muazzam değerli evlere? Onlar evdiyse bizim yaşadığımız yerlerin adı neydi?
Gün battıkça hava daha da soğudu, soğudukça daha da güzelleşti evler, sokaklar ve fayton turu.. (halimizi görmen lazımdı, pantolon paçaları çorabın içine sokulmuş, kapişonlar kafaya geçirilmiş, burun düşmek üzere kızarmış, görülen dehşet manzara karşısında diller uzamış, tam bir perişanlık) :)) otelin önünde indik, üşümüş, acıkmış, şaşkın...
Birer sandivicin ardından, erken yatılan uykunun muhteşem hazzı...
(Fotoğrafları daha sonra yükleyeceğim diyeceğim ama iyice beyaz dizi tadında bir yazı olmasından korkuyorum (: )
Tanınmamış bir sürü insan hikayelerinin arasında, kendi derdini cehennem sanan 2 insandık...
Yalnızlığımızla, huzursuzluğumuz gitsin isteyen, çaresiz olduğunu düşündüğü için yolculukar secen 2 farklı kadın...
Elinde tuttuğu bütün değerleri, biraz dışına çıktığında dibine kadar anlayarak gülümseyen kadınlar...
Dinlendirdiğim ruhumu şarj etmekten mütevellit, eve koşmak arzusuyla tutuşan bir anneydim Pazar gününün sabahında.
Kocam Kabataş iskelesi'nde beni beklediğini söylediğinde hayatımın en uzun yolculuğunu yaptığımı anlamış, aileme sarılmak için herşeyini feda edebilecek birine dönüşüverdim.
Gittim mi? GİTTİM...
İşe yaradı mı? HEM DE NASIL...
Özledim mi? ANLATILMAZ...
Bir daha mı? ZOR :)))
NoT: Kendine ait zamanlar yaratmalı insanlar, sadece kendi ruhuyla konuşma fırsatı oluşturmalı. Yapan biri olarak söylüyorum ki, şuanda farkında olmadığın bir farkındalıkla dönüyor insan.. Fazla sorgulamadan, olması gerektiği gibi....
Sevgiyle....

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails